Kendi kendime soruyorum; gecenin şu saati olmuş, ne işin var kardeşim bilgisayarın başında?
Ha bire yazıp duruyorsun. Memleketi sen mi kurtaracaksın? Git zıbar artık...
Ama gidemiyorum işte! Gitsem de yatamam ki!.. Yatsam da uyuyamam ki!.. Günlerdir gözümün önünden gitmiyor o fotoğraf karesi;
İnşaat işçisiydi. Ya iş bulamıyor ya da kazandığı yetmiyordu. Karısının ve çocuğunun karnını doyuramıyordu. Şu soğuk Ankara günlerinde, onları ısıtamıyordu. Canına tak! demişti artık. Oysa, iyi şeyler olacak diye reise oy da vermişti. Ama nafile! Artık bir şeyler yapmalıydı. Sesini, kimsesizlerin sesini duyurmalıydı.
Belki de cebindeki son parasıyla, üzerine dökeceği benzini satın aldı. Meclisin kapısına dayandı. Her zaman çakmağıyla sigarasını yakardı. Bu kez cayır cayır kendini yaktı!..
Yaktı, yakmasına da, yazar kasasını fırlatıp hükümet düşüren esnaf kadar olamadı!.. Benim! diyen kanallar, gazeteler haber bile yapmadı, yapamadı. Yanan ateşin harlamasından mı, yoksa saraydakinin gazabından mı korktular, anlayamadı. Oy verdiği reisinin sarayına mı dayansaydı acaba? Kendini orada mı yaksaydı? O zaman sesini duyan olur muydu? Yoksa; “ reise olan hayranlığını kendisini yakarak gösteren vatandaş” diye mi haber yaparlardı?!
Hitler, milyonlarca yahudiyi fırınlarda diri diri yakarken, gazeteler, Almanları zafer şarkılarıyla uyutuyordu. Acı gerçeği yıllar süren savaşın sonunda öğrenmişlerdi… Yıllar yıllar sonra, şeriatçı çeteler iki askerimizi esir alıyor ve ırak ellerde diri diri yakıyorlardı. Gazeteler yine zafer şarkılarıyla, ama bu sefer bizi uyutuyorlardı. Yine yıllar sonra işçi A.S meclisin kapısında kendini yakıyordu. İnsan etinin yanık kokusu, fırın bacalarından ırak ellere, ırak ellerden meclis kapısına kadar yayılıyordu. Yine gazeteler, zafer şarkılarıyla bizi uyuttuğunu sanıyordu…
Sahi uyudun mu?! Ben uyuyamadım! Reise oy veren işçi bile kendini yakacak hale geldiyse… kapı aralanmış demektir. Halkın bir ayağı ışığa açılan eşiğe basmış demektir.
Bu da; beş yaşındaki torunumun o masum bakışları gözümün önündeyken, diyanetin dokuz yaşındaki kız çocuklarına biçtiği kefeni yırtacağız demektir. Gecenin karanlığında işçi servislerine tıkılanlarla, kimsecikler görmesin diye aynı saatlerde çöplerin arasından, pazar yerinin kalıntılarından yiyecek arayanları buluşturacağız demektir… Soğuktan donmamak için sobanın yanına kıvrılıp yatanlarla, onurlu bir hayat için kendini yakanları buluşturacağız demektir.
Ohal buhal şuhal diye diye koskoca ülkeyi yalnızlar kulübüne çevirenlerle… Höh pöh diye diye tüm halkı korku tüneline itenlerle… Yol mol diye diye hazinemizi iç edenlerle baş edeceğiz demektir.
Yani demem o ki; bir eşikteyiz işte, görüyorum. Sadece karanlığı göstererek ışığa ulaşamayız!.. Kapının ardındaki ışığı senin görmen yetmez, göstermen de gerekiyor!.. Ve ben, yazıyorum işte!.. Yine uzun ve uykusuz geceler bize….