Babasına yardım etmek için gittiği incir bahçesine adım attığında, hiç dayanamaz hemen sağa sola koşuşturmaya başlardı. Hatta ona eşlik edecek bir kardeşi, nazını çekecek de bir abisi ya da ablası olmadığı için oyunlarını çoğu zaman tek başına oynamak zorunda kalırdı ve bu durumdan çoğu zaman da yakınırdı. Babası ise Yunus’un, o zamanlar hiç düşünemediği ve sorsalar çok da umursamayacağı geleceği için kendisine ait olmayan ve işçilik yaptığı Germencik bahçelerinde saatlerce incir toplardı. Yunus, yine bir gün babasını işinden alıkoymamak için kendi kendine oynadığı oyunlarının sonrasında öyle yorulmuştu ki; çok sevdiği incirlerden bir tane bile yiyemeden, istemeyerek de olsa uykuya daldı. Germencik’te türküler toprakla birleşince yağmur kokardı. Ovaların elleri büyüktü, tüm insanları selamlamaya yetecek gücü vardı. Yunus’un yastıksız olan başı, incir ağaçlarının arasında öyle rahattı ki; hem de uykusunda bile tebessüm edecek kadardı.
Gözlerini tekrar açtığında yanı başında bulduğu, aynı heybetli ağaçtan büyük bir titizlikle yapılmış olan sapanı, bugün babasından ona kalmış en büyük hatıraydı. O zamanlar bazı şeylerin yalnızca bir hatıra olarak kalacağını düşünse ağlardı. Germencik’te ölüm Yunus çocukken çok uzaktı. Tek ve gerçek arkadaşı olan babası nasıl bir gün onun yanından ayrılacaktı?
‘’Kuşlara atmak yok, haydi bir hedef belirle. Bakalım hangimiz daha çok vuracak?’’ önerisiyle o güzel hediyeyi kabul ettiğinde öyle mutlu olmuştu ki; babasına defalarca kez sarıldı. Kendi kendine oynadığı sıkıcı oyunlar yerini çok daha eğlenceli olan babasıyla oynadığı güzel oyunlara bıraktığında, aynı incir ağacının altında ondan daha mutlu kimse olamazdı. Yunus hayatı boyunca yalnızca babasına ve incir ağaçlarına inandı.
Yaz yağmurlarına yakalandı, kış soğuğunda sarsıldı. Seneler gelip geçti. İncir ağacının yaprakları kadar büyük olan yüreği, bir inşaat mühendisi olup tayin olduğu için çok sevdiği Germencik’ten ayrılma hasretiyle mücadele etmek zorunda kaldı. En iyi arkadaşı olan babasını yanında götürmek istediği halde babasının kendine dost bellediği incir ağaçları olmadan yapamayacağını bildiği için bu konuda çok da ısrarcı olmadı. Bundan sonrası için yalnız başına büyük bir sınav vermek zorundaydı.
O incir ağacının altında, aşık olduğu kadına ilk şiirini yazmıştı. Aynı ağacın altında hayatının en güzel hediyesini, sapanını, en iyi arkadaşından aldı. O yüzden, Germencik’ten ayrılırken cebinde yalnızca bir kalem bir de sapanı vardı.
Durmadan sağa sola koşturduğu için toprakların, ağaçlarının arasında saatlerce uyuduğu için de çeşitli tozların biriktiği el örgüsü kazaklarının yerini, beyazlayan saçlarının döküldüğü pardösüleri almış hatta seneler sonra bir oğlu bile olmuştu.
Fakat o babasının ölüm haberini aldıktan sonra yaşlandığını anladı. O haberden sonra sırat köprüsünden düştü, kör kuyuların başında günlerce ağladı. Kurşun kadar ağır bu acıyla yüzleşmek zorunda kaldı.
Topraktan gelen çoktan toprağa vardı. İstemeyerek de olsa yaşadı yaşanacak olanı. İncir bahçesinde yalnız başına oynadığı oyunlardaki kadar yalnızdı. Ve kendini ondan çok daha yorgun ve bitkin hissediyordu.
Bir cenaze merasiminin hüznünü anlayamayacak küçüklükte olan oğlunu gördükçe bu büyük acıya karşı direnmeye çalıştı. Üzerine başını koyup uyuduğu topraklarda, kürek sallayarak babasını defnetti.
Cebinden çıkardığı çakısıyla, heybetli incir ağacından, büyük bir titizlikle çalışarak bir sapan yaptı. Ve oğluna dönerek;
‘’Kuşlara atmak yok, haydi bir hedef belirle. Bakalım hangimiz daha çok vuracak?’’ dedi.