Tokat gibi bir ayaz.
Buz kesen dondurucu bir soğuk.
Karakış günlerindeyiz.
Eskiler "zemheri" derlerdi bu günlere.
"Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da.
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum."
Ahmed Arif gibi zemheride baharı düşlemek gerek.
Bir fotoğraf çektim bugün.
Arkada bir portakal ağacı.
Meyveleri olgunlaşmış.
Rüzgarla yerlere düşüyorlar artık.
Bir bakıma ölüyorlar.
Portakalın hemen önünde bir badem ağacı.
Çiçekleri patlamış.
Bir gelinin duvağındaki çiçekler gibi.
Badem çiçeği bunlar.
Umudu, yaşamı, güzelliği çağrıştırırlar.
Ve bu çiçekler baharın habercisidir.
Bir yanda portakalın vedası.
Bir yanda bademin merhabası.
Yaşam ile ölüm gibi.
Zaten hayat da böyle değil mi?
*. *. *
Sadece mevsimden değil.
Ülke çok bir açıdan karakış yaşıyor.
Siyah bulutlar sardı dört yanımızı.
Fırtınalar, boranlar kırdı dallarımızı.
Nefes almakta bile zorlanıyoruz.
Üstelik umut hacizde.
Ama her gecenin sonu nasıl gündüzse.
Her zemherinin sonu da bahardır.
Badem çiçekleri de bunun en güzel kanıtıdır.
Badem çiçeklerini koklayın.
Baharı hissedin.
Çünkü o koku.
O his.
Güneşin elçisidir.
İşte bu yüzden zaman karakış da olsa, baharı düşlemek gerek..
Umudu hacizden alıp, tazeleyerek, yaşama tutunmak gerek.
Kısacası dostlar.
Yarınlara sevdalanmak gerek.
Tıpkı Zülfü Livaneli'nin türküsündeki gibi.
"Yüce dağlar başında mı,
Zemherinin kışında mı,
Şu gönlümün bir umudu gülüm
Gözlerimin yaşında mı?
Kırılsa da kanadımız,
Asiye çıksa da adımız,
Duyan duysun bilen bilsin gülüm
Böyledir bizim sevdamız."