Kadınları mağdur duruma sokan; toplumsal geri kalmışlık, kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve demokrasi açığı gibi önemli sorunlardır. “Küresel Cinsiyet Eşitliği Sıralamasının” ölçütlerine göre dünya sıralamasında ülkemiz 136 ülke arasında 120’nci sıraya gerilemiştir. Nepal, Mali, Çad, Yemen gibi ülkelerle birlikte en altta bulunan on beş ülke arasında yer almaktadır. Kadınlarımız eğitim düzeyi açısından 104, ekonomi ve fırsat eşitliği bakımından 127 ve işgücüne katılımı bakımından 123’ncü sıradadır.
Son yıllarda toplumumuzda kadınlarımıza kamusal yaşamda, çalışma hayatında ve siyasette erkeklerle eşit konuma gelmeleri yönünde bir irade göstermek yerine, tutucu ve ataerkil değerlerin tüm toplumda pekiştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Ataerkil zihniyet, mevcut olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirmektedir. Kürtaj, sezaryen ve çocuk sayısı gibi yaklaşımlar kadının bedenini siyasetin malzemesi haline getirmektedir.
Eğitimi alt üst eden 4+4+4 sistemine geçilmesi, kız öğrencilerin beşinci ve altıncı sınıflarda okulu terk etme eğilimini artırmıştır. Lise aşamasında açık öğretim yolunun açılması, henüz ilk yılda yüz binin üzerinde kız öğrencinin okuldan kopmasına neden olmuştur.
Belediyeler, İŞKUR ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir kısmı sözde iş garantili açılan kurslardan mezun olan kadınlar, işgücüne katılamamaktadır. Kadınlar ücret farklılıkları, kıdem eşitsizliği ve yükselmeme sorunları ile karşı karşıyadır. Çocukların bakımından sorumlu kişi olarak görülmeleri gibi kadına yönelik olumsuz toplumsal yargılar, kadınların iş arama girişiminde bile bulunmadan çalışma yaşamından çekilmesine yol açmaktadır. Kadınların işgücüne katılamamalarının en önemli nedeni, ev işleriyle meşgul olmaları gerektiği düşüncesidir.
Ülkemizde, kadınlar ortalama olarak erkeklerden yüzde yirmi oranında daha az ücret almaktadır. İstihdam altındaki kadınların yüzde 58’i, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmaksızın çalışmaktadır. Yüksekokul mezunlarının işsizlik oranı, erkeklere göre iki katı durumundadır. Evli kadın nüfusunun yüzde 40’ı fiziksel şiddete, yüzde 15’i cinsel şiddete maruz kalmaktadır.
Kadınların sivil toplum kuruluşlarına katılımı, ekonomik, siyasi ve sosyal yaşamda güçlenmelerini sağlamak bakımından büyük önem taşımaktadır. İşçi ve işveren sendikalarının başkanlıklarında, yönetim kurulu üyeliklerinde, derneklerde yeteri kadar temsil edilememekte ve karar süreçlerinde bulunamamaktalar.
Geleneksel toplumsal cinsiyet farklılıklarını ortadan kaldırmak için çaba sarf etmek durumundayız. Kadın-erkek eşitliğini sağlayacak kurumsal alt yapıyı güçlendirmeliyiz. Özel sektörde kadınların yönetim kademelerinde yer almasını sağlayacak hukuki yaptırım ve teşvikler uygulanmalıdır.
Şiddet mağduru kadınlara kurumsal koruma olanakları artırılmalıdır. Kadın-erkek eşitliği mücadelesini zihniyet değişikliğinden hukuka, eğitimden çalışma hayatına kadar toplumsal hayatın her alanına taşımalıdır. Demokrasi ancak kadınların güçlendiği ve tam anlamıyla eşit yurttaş olduğu bir toplumda kökleşebilir.