Milli haftalardayız artık, biliyorsunuz. Euro 2020
maçları olanca hızıyla oynanırken, turnuvadaki tüm maçları izlesek de, kendi
milli takımımızın maçlarını daha farklı bir heyecanla bekliyoruz. Evet,
turnuvaya kötü başladı bizimkiler… İtalya’ya 3–0 gibi net bir skorla boyun
eğdik ve hatta müsabakanın bitiş düdüğü ile başlamak suretiyle, hala
eleştiriyor ve konuşuyoruz.
Elbet ki, eleştirel bir bakış açısı oluşacaktır ve
konuşulacaktır. Ve ben de bazı hususlarda milli takımımızı eleştirebilirim!
Hemen herkes gibi sizler de bunu yapabilirsiniz. Ancak, eleştiriden önce yıllar
önce izlediğim, başrollerinde Cüneyt Arkın’ın oynadığı, bir Yeşilçam filmi;
daha doğrusu filmdeki bir sahne aklıma oturuverdi. Akşam eve gelen filmin jönü
Cüneyt Arkın, uyuması için oğlunun başucuna oturup, ona bir hikâye anlatmak
istiyor. Evlat uyutan babalar bilirler; normal şartlarda, evladınıza uyuması
için, içerisinde prensesler, prensler, krallar, atlar, şatolar, padişahlar,
devler olan ve muhtemeldir ki, şırıl şırıl sesiyle içerisinden mavilikler akan
bir akarsuyun kabak gibi ikiye yardığı yemyeşil bir ovada geçen, peri
tozlarıyla, havadaki diğer kanatlıların uyum içerisinde uçuştuğu masallar
anlatılır. Ve hatta içerisine biraz yaşanmışlıkla heyecan katılır, uyku hapı
niyetine…
Filme geri dönüyorum;
Cüneyt Arkın’da, o sahnede evladına masal gibi anlatıyor
ama pembe bir masal değil anlattığı… Türkiye milli takımının, Macaristan’ı 3–1
devirdiği efsane maçı anlatıyor. 1956 yılındaki milli takım, o dönemin
devlerinden olan Macar millilerini İstanbul’da hezimete uğratıyor ve filmdeki o
sahneye de, masal gibi konu oluyor bu zafer. Ve hala anlatılan bir masal
gibidir bu ve benzerleri…
Ne var ki, A Milli futbol takımımız uluslararası
turnuvalarda, 1954 Dünya Kupası katılımından sonra, epeyce uzun bir süre ki,
1996 yılına kadar, hiçbir Avrupa ve Dünya Kupası finallerinde boy
gösteremeyecek ve bizlere de, katılamadığımız bu finallerde, Almanya, Arjantin
ve Brezilya taraftarlığına mecbur bırakacaktı.
Düşünsenize, bir nesil, millilerimizi sadece grup eleme
müsabakalarında ve elbet ki, gruplardan finallere gidemeyen, gitmeyi bir türlü
beceremeyen olarak, izleyerek büyüdü. Tam 42 yıl beklemedik mi makûs talihimizi
parlatmak için? Ve nihayet, benim kuşağımın genç yaşlarına denk gelen, 1996 Avrupa
Şampiyonası Finallerine katılım ile küskün talihimizi tersine çevirip ve İngiltere’de
boy göstermedik mi? Futbol tarihimizde ilk kez katılmaya hak kazandığımız Euro
1996’ya giden yolu şimdi nasıl unutabiliriz?
Ardından, Euro 2000… Ve finallerdeki gruplardan ilk kez çıkış…
Milli gücün durdurulamadığı yıllar; 2002 Dünya Kupası ve
gelen muhteşem dünya üçüncülüğü… Ve profesyonel maçlarda o zamana kadar atılmış
en erken golü atabilme başarısı…
Euro 2008 bu defa Avrupa üçüncülüğü ve hatta neredeyse
final oynayacaktık. Ne çabuk unuttuk!
Bir önceki Avrupa futbol Şampiyonası, Euro 2016; artık
Milli takımımız neredeyse abone oldu finallere… Gerçi dört bilinmeyenli bir
denkleme dönmüştü katılım hadisemiz ancak ne olursa olsun, Selçuk’un, İzlanda
ağlarına serbest atıştan gönderdiği şut; çocuklarımıza heyecanla anlatılacak
cinsten değil midir?
Ve şimdi de, Euro 2020’deyiz. Ve İtalya maçındaki
oyunumuzu da, oyuncularımızı da, teknik adam Şenol Güneş’i de eleştirebiliriz;
Deriz ki, neden oyun formatını farklı kurgulamadın?
Neden, buonbir ile başladın da, şu onbir ile başlamadın? Neden, bunu sağda
oynattın da, şunu oynatmadın? Ya da bunu sağda değil de ortada oynatsaydın ya?
Oyuncularımıza da, neden topu düzgün kullanmadın, neden iyi vurmadın, neden inisiyatif
almadın, neden pas vermedin, neden koşmadın gibi onlarca sorular yönelterek
eleştirebilir ve hatta kıza biliriz de!
Ancak; milli takımımız tam 42 senelik büyük bir
suskunluğunun ardından, 1996 yılından bugüne, yukarıda da yazdığım gibi, altı
farklı dev turnuvaya adını altın harflerle yazdırmayı bildi. Ve gurur
kaynağımız, moral depomuz oldu.
Ayrıca, buraya kadar son iki yıl içerisindeki maçları
oynayıp, Euro 2020 finallerini hak eden bu kadro değil mi? Bırakalım da,
masalın tadını çıkarsınlar ve bizlere de masal gibi bir turnuva izletsinler.
Katılamadığımız finalleri düşünelim ve başkalarının masallarını dinlediğimiz ve
hatta sahiplendiğimiz yılları…