“Gocadereyi
geçebilirsek gerisi kolaydı. Sen önde, bozoğlanın yuları elinde, ben arkada…
Tam derenin oraya gelince, beni yine ona emanet edip semerine bindirdin. Neden
kendine değil de bozoğlana güvenmiştin? Hatırlıyor musun; dağdan sürüklenip
gelen kayalar, odun parçaları, kuru dallar, birer küçük gölet yapmışlardı.
Sanırsın kat kat üstüne şelale olmuştu.
Ama
o; güldür güldür gelen selin sesi yok mu, çakan şimşeklere karışmıyor mu, bozoğlanı
tedirgin etmiyor mu... Sadece onu mu;
“Hadi
oğlum” dedin,
“Deh!..”
Kıçına
öyle bir vurdun ki, sanırsın bir doru tay! öyle hızlı indi ki dereden, öyle
cesurca atladı ki suya, öyle bir şahlandı ki karşı kıyıya, sel suları ne oluyor
bile diyemedi.
Peki,
sen nasıl geçtin o sudan; sanki yüzer gibiydin. Nasıl yakaladın bizi; sanki
rüzgar gibiydin… Şimdi o dereyi de doldurdular, biliyor musun, yol yaptılar,
bizim bağların yerine apartman yaptıkları gibi. Şimdi gitsen tanıyamazsın…
Kaç
yaşındaydım o zaman; dört mü, beş mi? Biliyor musun; bir çocuğun beynindeki
zihinsel gelişmenin yüzde yetmiş beşi, yedi yaşına kadar tamamlanırmış. Toplum
olarak her şeyi tüketiyoruz ya şu sıralar, çocuklar da tüketiyor… Çocukları da
tüketiyoruz aslında, çocuklukları da. Baksana; nereye gidersen git, hep aynı
çocuk oyun parkları; kayılacak, kay! sallanılacak, sallan!.. Her şey hazır, tek
elden çıkmış, tek tip oyun elemanları. Hiç yaratıcılıklarını kullanamıyor
çocuklar. Bedenlerini akıllarıyla buluşturamıyorlar. Heyecanı yarış serüveniyle
buluşturup, keyifle ufuk açıcı deryalara
dalamıyorlar… Oyuncaklarını bile tüketiyorlar. Sonra da “pisada bilmem
kaçıncılığa gerilemişiz” diyorlar…
(Mevcut oyun elemanları tüketim toplumunun
ihtiyaçlarını karşılamaktadır; düşünmeden oyna, tekrar et ve tüket…)
(Ülkemizdeki neredeyse tüm belediyeler;
fabrikasyon ürünü, sert plastik malzemeden üretilen, çocuğun düşünmeden
oynadığı ve tekrar ettiği oyun elemanlarını kullanmaktadır…)
Parasız
yatılıya gidinceye kadar hiç çocuk parkı görmemiştim... Ama öyle bakma bana,
senin suçun değildi ki. Anamın, bir tanecik yumurtayı un ve suyla çoğaltıp
yemek diye yedi kişinin önüne koyduğu günlerdi o günler… Ama olsun. Biz kendi
oyuncağımızı kendimiz yapardık. Hatırlar mısın; nereden bulmuşsa, iki metre
kadar bir telle gelmişti bir gün abim, İbrahim’di dimi…
“
Gel” demişti,
“Sana
araba yapacağız.”
Sonra,
o teli özenle kıvırarak bir teker yapmıştı, aynı teli kıvırarak bir dingil,
tekrar kıvırarak bir teker daha. Taşla döve döve koparmıştı ucunu. Sonra,
kocaman bir yuvarlak daha yapmıştı;
“Bu
direksiyon…” telin ucunu boyuma göre ayarlayıp,
“Bu
da direksiyonun kolu” demişti. En ucunu da bir halka yapmış, dingile dolayarak
kıvırmıştı.
“Al
sana araba…”
Komşunun
Ali ile köprü taşa kadar hep araba yarışı yapardık. Bazen, akşam nasıl olmuş
anlayamazdık. Çeşmeden su taşımayı bile unuturdum. Siz yorgun argın tarladan
gelince, hiç kızmaz, elime testiyi tutuşturur;
“Hadi
koş, ama düşmeden” derdin.
Sonraları,
bildiğin dört tekerli araba yaparlardı bize. Boş makaraları kullanırlardı. Ne
yapsınlar; onların da legosu oydu. Ne
çok heyecanlanırdık… Sıkılmadın ya…
“Hiç
sıkılır mıyım? Sen; yerel devrimden bahsediyorsun ya, şimdiki çocukların
eğitimiyle nasıl olacak bu iş?”
Öyle
deme. Bu ülkeye gerçekten demokrasi gelecekse, yerellerden filizlenerek
gelecek. Bizim belediyelere de doğal olarak çok iş düşecek. Senin gördüğün üç
yaşındaki, beş yaşındaki bebeler var ya; işte onlara öyle bir oyun ve eğitim
olanakları sunacağız ki deme gitsin. Yarın öbür gün hepsi birer genç kız ya da
delikanlı olacaklar. Ama hepsi birer akıl küpü olacak, zeki ve çevik nesiller
olarak yetişecekler.
(Yerel devrim için yeni bir oyun
kurmalıyız. Çocuk oyun eleman ve alanlarında da yeni bir başarı hikayesi
yazmalıyız. Bunu; oyunu eğitime dönüştürerek başarabiliriz…)
“Bizim
belediyelere çok iş düşecek desene. Peki nasıl organize olacak bizimkiler?”
Önemli
olan önce buna niyet etmek. Niye organize olamasınlar ki? Şöyle düşün;
aralarında iş bölümü yapacaklar. Daha doğrusu alan paylaşımı yapacaklar. Bir
belediyemiz çocuk oyun elemanları ve kent mobilyaları hususunda uzmanlaşacak
mesela. Hani Bozkurt Belediyesinde geliştirilmeye çalışılan gibi. O belediye
ormanla anlaşacak, doğaya zarar vermeden orman ürünlerini değerlendirecek.
Mimarlardan, sosyologlardan, psikologlardan, bilim insanlarından destek alacak.
Onların önderliğinde çocuk oyun elemanlarının ve oyun alanlarının tasarımı
yapılacak. Sonra imalat atölyeleri kurulacak. Onlarca yüzlerce kişiye yeni
istihdam olanakları sağlanacak. Bizim belediyelerden başlamak üzere, şehrin
diğer belediyelerine, ülkenin diğer kentlerine tasarım ve uygulamalar
pazarlanacak. Giderek o belediyemiz bu alanda markalaşacak.
(Çocuğu karmaşık sistemler içine salarak; bedeni
ile aklını buluşturma fırsatları sunan, özgüven duygusunu geliştiren, gereksiz
tekrarlardan kaçınarak çocuğun zihinsel ve bilişsel gelişimine katkı sunan oyun
elemanları yaratmalıyız…)
(Çocuğun
yaratıcı, keşfedici beceriler kazanmasını sağlayan, tırmanma, yol bulma, denge
gibi yeteneklerini (motor gelişimini) geliştiren oyun elemanları yaratmalıyız…)
(çocuğun
arkadaşlarıyla birlikte oynaması sırasında; dayanışma, birlikte üretme
duygularını pekiştiren olanaklar sunmalıyız…)
Başka
bir belediyemiz organik tarımda merkez olacak mesela. Bir başkası süs
bitkilerinde, bir başkası hayvancılıkta, bir diğeri enerjide, bir diğeri kültür
sanat alanında… Bir nevi takas işlemi yürütecekler aralarında; sütü ver çocuk
parkını teslim al, elmayı ver nohudu al, tiyatronu getir lalelerini götür… Bir
nevi imece usulü ile koca bir kent kalkınacak. Üretici, tüketici birlikleri
kurulacak, organizasyon bu birlikler üzerinden yürütülecek. Kardeş belediye
anlayışı hayatla buluşacak. Başta çocuklarımız taze süte, ucuz ekmeğe, bilimsel
oyuna kavuşacak. Ülkenin dört bir yanında bahar çiçekleri açacak, güneşli
günler gerçek olacak…
“Sahi,
bunların hepsini yapmak mümkün mü? Hem de bu devirde”
Elbette
mümkün. Yeter ki önce kendimize inanalım. Sonra da hep beraber kolları sıvayalım.