Hepimizin, ilkokul çağlarından kalma, unutamadığımız
anıları vardır; minik kalp çarpıntılarımız, ilk öğretmenimiz, bazı ders
konularındaki yaşanmışlıklarımız, küçücük yaşlarımızdan bugünkü aklımıza, bir
hayal gibi sızarlar ara sıra…
Benim de, elbette şimdi yazacağım konuyla sınırlı olmamak
üzere, gözlerimin önünden sessiz fakat hızlıca gösterilen bir film gibi akan
bazı anılarım var o yıllardan kalma;
Hayat bilgisi dersinden bir konu mesela…
Beş koca sene, benimle ve sınıfımdaki diğer
arkadaşlarımla ilgilenen ilk öğretmenim, Hayat Bilgisi dersindeki “Aşı”
konusunu anlatmaya başladı ve ünite dergilerinden de, anlattıklarını takip
ettiğimizi hatırlıyorum; “çocuklarım, bugün sizlere anlatacağım aşı, bitkilere
uygulanan aşı türü. İnsanların, hastalanmaması için, özellikle kollarına iğne
ile vurulan aşı türü bambaşka… Ağaçlara yapılan aşılar ise bunlardan çok farklı.
Genellikle iki türlü oluyor; göz aşısı ve kalem aşısı…”
Her sınıfta olur ya, sürekli çıkıntılık yapan bir
arkadaşı mutlak vardır ve hemen her söze karışmayı çok sever ya da olduk
olmadık sorular sormaya bayılır;
“ört-meniiiiiim, ört-meniiiiiiiiim… “
Tüm sınıfın, sükunetle dinlediği öğretmenimizin sözü
kesilmiş, meraklı arkadaşımızın ince sesi, öğretmenimizi dinlemeyenleri bile
kendine getirmişti sanıyorum;
“ört-menim, bizim bahçedeki meyve ağaçlarına da babam
kendi yaptı aşıyı… Kalem aşısıymış yaptığı, anlatmıştı bana da…”
Günümüze dönelim;
Malum, aşı günümüzün en önemli konusu; hatta o denli
önemli ki, şu satırları yazdığım an, korona salgınından korunma adına, ülke
nüfusumuzun yalnızca ve yaklaşık olarak %11’lik kısmı, ilk doz aşıyı
vurulmuşlar.
Sağlık Bakanlığı, bir aşı takvimi yayımlamış ve öncelik
sıralarını belirlemişti. Ben dahilhiç kimse, bu şekilde bir sıralama
belirlenmesine karşı çıkmadık. Zaten doğrusu da, disiplinli bir tavır
sergilenerek ve gerçekten de öncelikli grupların aşılanmasıydı. Hani toplu
taşıma araçlarında “yaşlılara ve ihtiyaç sahiplerine yer verin” uyarıları olur
ya… Veya eskiden belediye otobüslerinde yazardı; “ön sıraların harp malullerine
bırakılması” diye… Bu uyarılara benzer
şekilde, aşının da uygulanmasını bekledik, bekliyoruz ve sanırım biraz daha bekleyeceğiz.
Oysa ki, 2021 yılının ilk ayında aşı ile ilgili olan tüm
işlemler bitirilmeli ve nüfusumuzun, en kötü ihtimalle %70’lik kısmı birinci
doz aşılarını vurulmuş olmalıydı. Ancak, devletimiz ne aşıyı üretme konusunda,
ne de üretenden alıp getirme konusunda yeterli sayıya ulaşamadı.
Bu yazıyı beynimden klavyeye harf harf, kelime kelime dökmeden
birkaç saat öncesinde, İzmir’de bir hastane polisinin, korona salgını dolasıyla
vefat ettiğini, eşinin ise yoğun bakımda olduğunu, evlatlarının da, evlerinde
anne-babalarını beklediklerini öğrendim. Zaten yazayım mı, yazmayayım mı diye direnirken,
pek bilen Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ve Başkanının, Ankara’da, Sağlık
Bakanı Koca ile görüştüğünü, profesyonel liglerdeki tüm futbolcuların da, aşı
sıralamasına alındıklarını öğrendikten sonra kendimi yazma konusunda engelleyemedim.
Günler geçiyor, hepimiz aşı olmayı daha doğrusu sıramızın
gelmesini bekliyoruz. Ama aşı olma sıramızın gelmesini bekliyoruz, ölüm
sıramızın değil!
Ayrıca, aşı sırasında öncelik kesinlikle ve kesinlikle,
sağlık çalışanları ile polis, jandarma, zabıta, güvenlik görevlisi gibi kamu
çalışanlarına verilmelidir. Elbet ki, yaşlı, engelli ve bağışıklık sistemleri
yeterli derecede olmayanlar da ilk öncelikli olarak aşılansınlar. Ancak,
ülkemiz aylık kazanç standartlarının çok çok üzerinde kazanan, her hafta
düzenli korona testi yapılan ve salgın koşullarında yine ülkemiz
standartlarının üzerinde yaşayan futbolcuların ve hatta tüm sporcuların aşı
sırasına girmelerini kabul edemiyorum.
Yüz yüze eğitimde görev yapan öğretmenim, sağlık
ocağındaki doktorum, hastanede görev yapan polisim, belediyedeki zabıtam
dururken…
İlkokul yıllarıma geri dönelim;
Sınıf arkadaşımın babası gibi, hepimizin babası yapabilse
aşılarımızı… Arka bahçemizdeki ağaçlara yapar gibi; ister göz, ister kalem! Ne
güzel olurdu, değil mi?
İyi de, devlet, babamız değil mi?