Geçmiş zaman… Bölgesel Amatör Lig (BAL) adı verilen,
bence statü yoksunu olan ligin olmadığı yıllar… Yerel amatör liglerin en üst
kümesinden, terfi müsabakaları oynamak suretiyle, 3. Lige çıkılabildiği
zamanlarda bir maç… Ve ben bu maçın içerisinden birkaç görüntü nakletmek
istiyorum sizlere önce;
Kimin, kiminle, ne zaman oynadığı, çok da önemli değil
varmak istediğim nokta adına… 3. Lige çıkabilmek için iki Ege ekibi, kıyasıya
bir mücadele içerisine girmişler. Kıran kırana bir maç var sahada… O günü iyice
düşününce, her iki ekibin de aslında, 3. Lig ayarında oldukları aşikârdı. Ama
neylersiniz ki, bir güzeli bin sever, bir kişi alır derler ya… Maçın da sadece
bir galibi ve sadece bir 3. Lige çıkanı olacaktı.
Her iki ekipte de hırçın, kuvvetli, başını tekmeden, gözünü
de budaktan esirgemeyen futbolcular vardı. Vardı olmasına vardı da; biri
tümünden farklıydı. Stoper mevkiinde forma giyen bu civanmert delikanlı, uzun
boyu ve gösterişli fiziği ile diğerlerinden hemen ayrılıyor, özellikle de,
yerinde yaptığı orta-sert müdahaleleri ile de tribünden övgüler alıyordu. Ara
sıra sertliğin dozunu arttırdığı, mücadelesinin tonunun rengini koyulaştırdığı
da oluyordu ve hatta müsabakanın ikinci yarısıyla beraber bu koyuluk iyice
kararmaya bile başlamıştı. Maçı idare eden hakem ise oldukça iyi niyetli ve oynatma
gayreti içerisinde olan, masum bakışlı ve fakat kurallara oldukça hakim genç
bir hakem… Müsabaka bu arada 0–0 eşitlikle devam ediyor ki, bizim stoperin
takımını futbolun ilahları ile bizim stoper kurtarıyorlar desek, abartmış
olmayız. Müsabakanın 70. dakikalarıydı ki, bizim ki bir sarı kart gördü ve
bence daha da önce görmeliydi. Neyse, müsabaka kaldığı yerden devam ediyor ama
bizim stoperin sertlik derecesinde azalma yerine aksine bir artış göze
çarpıyordu. Ve bir pozisyonun ardından müsabakanın hakemi, gayet sakin bir
şekilde bizimkine yaklaşarak, el kol hareketlerinden de çıkardığım anlama göre,
sakin olmasını ve bir kez daha aynı müsamahayı gösteremeyeceğini ifade etti.
Bizim civanmert stoper ise hakeme “bu benim oyun stilim, ben buyum, benim
futbol tarzım böyle” gibilerinden bir şeyler söyledi.
Ve mutlu son;
İki dakika sonra stoper direkt kırmızı kart ile
cezalandırılıyor, final oynayan takımını, maçın son on dakikasında yalnız
bırakıyordu. Maçın sonucu mu? 10 kişi kalan ekip 2–0 kaybetti finali…
Gelelim günümüze…
Pazar akşamı Kasımpaşa-Beşiktaş müsabakasını izledik ve
yıllar önce amatörde yaşanan,az evvel anlattığım olaya benzer bir olay
yaşanmaması için bir hamle geldi bir taraftan… Kasımpaşa teknik direktörü Şenol
Can, oyuncusu ki, müsabakanın tek golünü atan, çıktığı dakikaya kadar da iyi
performans sergileyen Aytaç Kara’yı oyundan aldı altmış altıncı dakikada… Maç
sonrası da, açık açık, “kırmızı kart görme olasılığını ortadan kaldırdım”a
getirdi lafı;
“Aytaç ilk sarısını gördükten sonra bir pozisyona daha
girdi. Hakemin takdir hakkı sarı kart kullanmamaktan yanaydı, ben de riske
girmedim. Beşiktaş'a karşı 11'e 10 oynamak bizim için sıkıntılı olacaktı. O
yüzden oyundan aldım”.
Aytaç Kara, bizim çocuk... Bizim çocuk derken, Bornova
doğumlu, İzmirli ve Altay altyapısından yetişme… Mücadele ruhu, kazanma hırsı
ve azmi, çalışkanlığı ve başarılı olma isteği gibi olgularının tamamını
barındırıyor spor hayatında… Bunu, oynadığı müsabakalarda oldukça fazla
hissettiriyor izleyicilerine… Ancak, iyi oynadığını düşündüğü bir müsabakanın
üçte ikilik kısmı henüz geçilmişken, oyundan alınmış olmayı,sanıyorum kendisine
karşı yapılmış bir hareketmiş gibi algıladı. Ki, çıkarken direkt soyunma
odasının yolunu tuttu, yedek kulübesine oturmak yerine… Ve müsabakanın ardından
yöneticisiyle tartışması, Kasımpaşa’da kadro dışı kalmasına sebep oldu.
Kart görürdü, görmezdi! Elbet ki, yorumlamak yüzde yüz
doğru olmaz. Ancak, geçmiş deneyimler gösteriyor ki, oyundan alınması doğru bir
hareketti. Takımını eksik bırakıp, haftayı karlı bir şekilde kapadıkları 3
puandan olabilir, bir ya da sıfıra talim edebilirlerdi.
Bir de sanıyorum, Aytaç’ın sözleşmesinin Mayıs ayında
bitiyor olması, ligin sonlarına gelinmiş olması, kendisiyle başta Galatasaray
olmak üzere, ciddi şekilde ilgilenen takımların olması, bakış açısında biraz
kaymalara sebep olmuş. Yazımı eski bir atasözümüz ile bitireyim;
“Keskin sirke, küpüne zarar”…