‘’ İnsan, en çok karşısındakine anlatacak kelimesi kalmadığında insandır. Ve anlaşmak zorunda kalmak büyük bir sınavdır. ‘’
Defalarca kez kazandıkları ve Beşiktaş’tan daha fazla olan şampiyonluklarını anlatırken öyle yoğun ve art arda konuşurdu ki, çoğu zaman nefesi kesilir gibi olurdu. Ara ara duraksamak zorunda kalışı da bu sebeptendi.
Birlikte aldığımız ve o dakikalarda elinde erimekte olan, kolalı meybuzu asla umursar değildi.
Kupaların ve başarıların getirdiği o büyük haz, onu benim karşımda mutlu etmek için yeterde artardı bile.
Beşiktaş’ı o sene ve önceki sene ve ondan da önceki sene nasıl yendiklerinden bahsederken asla susmayacağını düşünürdüm.
Fakat elmacık kemiklerimden damla damla akan terler, yüzümü yakmaya başlarken bile, onun canımı asla yakmak istemediğini de bilirdim.
Çünkü; daha yarım saat önce bitmiş olan mahalle maçında, üzerimizde farklı renkte formalar varken ayağım burkulmuş ve yanıma ilk koşan o olmuştu.
Elini bana doğru uzattığında formalarımızın rengi, sarı-lacivert veya beyaz oluşu bizi ilgilendirmiyordu.
Her şeyden önce bir oyunun içerisindeydik sadece, birbirimize karşı iyi birer dost olmalıydık.
O, kupalar ve madalyalar üzerine konuşurdu ben ise, Beşiktaş’a küsmeye devam ederdim.
Hatta akşam ezanı okunmadan sokaktan gizlice eve kaçar ve onunkiler gibi sarı-lacivert olmayan formalarıma bakarak erkenden uyuduğum bile olurdu.
İnsan sevdiğine küsermiş, bizimkisi de öyle olacak elbette.
Yıllarca küstüm Beşiktaş’a.
Küstükçe de daha çok sevdim.
Derbilerden sonraki her pazartesi, genelde o maçları kaybettiğimiz için olacak, okula gitmek istemez ve hasta olmuş gibi davranırdım.
Ya da gerçekten o kadar üzülürdüm ki, çoğu zaman hasta olurdum.
Battaniyeler ve tadı çok kötü olan kokulu şuruplarla geçen birkaç günün ardından, bembeyaz formama tekrar kavuştuğumda hiçbir kupasızlığa tekrardan aldırış ettiğimi hatırlamıyorum.
Başarı ve başarısızlık olarak kalıplaşmış şeylerin tümüne zaten bundan yıllar önce, o günlerde isyan etmiştim.
Yani; fark etmezdi.
Ben gazetelerden şampiyon takım posteri kesemeyecek olsam da, oturur konuşurduk.
Dedim ya; fark etmezdi.
İnsan, en çok karşısındakine anlatacak kelimesi kalmadığında insandır.
Biz dil bilgisine gerek duymadan da anlaşabilirdik.
İşte bu yüzden; fark etmezdi.
Yıllar önce birlikte kolalı meybuzlar almak için birleştirdiğimiz bozuk paraları deplasmanlarda kafamın tam ortasına yediğimde, fark etti.
Aynı takımda yıllar önce farklı renkten, farklı takımların formalarıyla oynarken
‘’Çıkar o beyaz formanı yoksa kırmızıya bularız!’’ diyerek bıçaklarla tehdit edildiğimde fark etti.
Saha içerisinde atılan onlarca dikişi,
altı pas önüne çekilmiş sedyeleri,
saha kenarındaki çakmakları görüp endişelendiğimde her şey daha çok fark etti.
Elmacık kemiğime akan şey artık ter değil
Kötüleşen kalplerimizi temizlemek için akan gözyaşıydı.
Beşiktaş kaybetse,
Kesinlikle, fark etmezdi.
Beşiktaş kaybetmemiş fakat biz bazı şeyleri çoktan kaybetmiştik,
Fark etti.