Gözlerinden belli belirsiz dökülen yaşları umursamıyor gibiydi.
Bir derdi olduğunu anladığımda hızlıca yanına gidecek oldum.
Teselli ve dert dinleme işine hiçbir zaman ayak uyduramamış ve dinlemekle mükellef olduğum tasaların tümüne anlatandan daha çok üzüldüğüm için hiçbir şey yapamadım.
Soğuktan olacak ki vücudu kaskatı kesilmişti, hareket etmiyor yalnızca üst dudağının bir kısmını kıpırdatıp bir şeyler mırıldanıyordu.
Boynundaki siyah beyaz atkı nedeniyle kendimi ona yakın hissettiğimde çoktan onu seyretmeye başlamıştım.
Ne zaman ki yol kirlenmesin diye sigarasının küllerini ellerinde biriktirdiğini gördüm, içim darmaduman oldu.
Kokusu baş döndüren, ışıkları uyku kaçıran heybetli duvarlar arasında öyle büyük acılar yaşanıyordu ki, beş dakika önce aldığım ve şekeri yok diye sitem ettiğim kahveden bile utandım.
Aynı boylam üzerinde yüzlerce farklı acı varken ve o acıların hiçbiri tedavülden kalkmazken hastanede yaşanan tek şey çaresizlikti.
Kısa bir süre sonra benim veremediğim teselliyi vermek için bir arkadaşı geldi yanına.
Öyle olduğunu zannediyordum.
Yüzünde tarif edemeyeceğim bir ifade varken sanki bir şeyler duymaktan korkuyor gibiydi.
Bir şeyleri duymaktan çekindiğini, az önce yarım yamalak kıpırdayan dudaklarının titrediğini gördüğümde fark ettim.
Güçlükle ayakta durmaya çalışıyordu sonra ‘’Başın sağolsun Ali.’’ cümlesini duydu yekten.
O cümleyle orada sağır oldu.
Belki ondan başka kimse duymaz zannediyordu.
O cümleyle orada dilsiz oldu.
Ne kadar feryat etse zaten içinden çıkaramayacağı o acıyı bağıramadı bile.
Ben ise çoktan soğumuş olan şekersiz kahvemi çöp kutusuna atıp düşünmeden koşmaya başladım.
Daha fazla orada kalamazdım.
Gözlerimi kapatsam karanlıktan korkacaktım.
Korkamazdım.
Sarı ışıkların, gece lambası görevi gördüğü o sokakta ölümden kaçar gibi koşmaktan başka çarem yoktu.
Söyleneceklerin hepsi söylendi, yapılacaklar yapıldı fakat hasta kurtarılamadı.
Önce ardından ağlanacak sonra zamanla parça parça unutulacak bir beden daha tüm mücadelelere rağmen kurtarılamadı.
O gecenin asla tadı yok.
Bir sonraki gün ne soğuyan kahve hatırlanıyor, ne soğuk duvarlı hastane çaresizliği.
Yaşayan yaşamak zorundalığı ile kalıyor sadece.
Köşe başlarında uyuyanlar, ağlamaklı gözlerle yanıp sönen sigaralar…
Toprak olanlar, güçlü olamayanlar…
İnsanın tek umudu olan bir acil servis gene aynı insanın nasıl olur da en büyük çaresizliği oluyor.
Aklım hala almıyor.