“Merhaba, adım ateş. Aslında beni
hepiniz çok yakından biliyor ve tanıyorsunuz. Bu zamanda olmadığım yer, girmediğim
mekân yok gibi… Ta, taş devrinden beridir varım dünyanızda. Sarı, turuncu ve
kırmızıya çalan rengimle yanar dururum. O kadar ısınır, o kadar ısınırım ki,
aslına bakarsanız utanmam da yoktur benim. Yanar ve yakar geçerim sürekli...
Dur durak da bilmem çoğu kez. Dedim ya bazen isterim, bazen istemsiz ama yanar,
yanar ve ardımda bıraktığım kapkara tüten dumanımın kokusu ile sönerim. Utanmam
dedim ama aslını sorarsanız, o denli ısınmam ve kızarmam sonucu utanmam da
gerekir. Ne var ki, yanmak benim fıtratımda var. Nadir anlar dışında utanmayı
unuttum anlayacağınız. Evet, utandığım zamanlar da olmuyor değil az da olsa! Beni
kirli ellerine alan ve hiç tanımadığım canlıları ortadan kaldırma aracı olarak
kullananlar olduğu zamanlar…Daha doğrusu yanıp, kavurup, her şeyi kapkara arkamda
bıraktıktan sonra utandığım ve gizli gizli kendimden nefret ettiğim zamanlar da
var! Yaşamak istemediğim ve on binlerce yıldır, hizmet ettiğim dünyadan yok
olup, kaybolup, bilmem hangi cehennemin dibine gidesimin tuttuğu zamanlar da…
O günün sonunda da aynı duygular
içerisindeydim. Defolup gitmek istedim ama bırakmadınız. Yirmi sekiz yıl geçti
ki üzerinden, hala yanmaya ve yakmaya devam ediyorum. Çok azında da utanmaya… Hiç,
ateş kendi içinde de yanar mı? Kirli ellerinin sayesinde utanç yangınım son
bulmuyor. Her gün, her an içimi yakıyor; dikkat ediniz, ben bir ateşim. Ve
benim içim de yanıyorsa, varın gerisini siz düşünün gayrı!
O lanetli güne dönelim;
Bir çakmağın ucunda parladığımda
aslında, bilemezdim ki, Madımak Otelinin lobisinde olduğumu… Ağzından salyalar
akan, kendini bilmez, Cumhuriyet düşmanı, zorbalar kalabalığınınsesi geliyordu
dışarıdan…Ve ben bir damla ateş, seslere bakan tarafı kapayan bir perdenin
altından çoğaltılmaya çalışıyordum ve bir anda tüm dünyamın, yaşam amacıma
dönüştüğünü, büyük bir iştahla parladığımı, durmak bilmez iştahımla
yakabildiğim her yeri alev kollarımla sardığımı ve oradaki tüm canların
hayatlarını kararttığımı hatırlıyorum.
Ağlayanlar, kaçışanlar,
saklananlar, hiç biri umrumda değillerdi. Ben sadece yanmaya ve yakmaya
odaklanmıştım ve önümde ne varsa ve ne çıktıysa yaktım tüm hızımla… Nefes bile
almadım. Siz insanlar, öfke kriziniz tutar da, gözünüze bir perde iner ve
kimseyi görmezsiniz ya… Kırar geçirirsiniz ve hatta yıkarsınız tüm hayatınızı…
Belki de kendi üzerinize… Sonra hızınızkesilir ve yerle yeksan olursunuz ve
durulur hayat. Ben de,hızım kesilip, ardıma bakmaya fırsat bulduğumda geldim kendime.Ve
utandım, ateşliğimden utandım, kızgınlığımdan utandım, fıtratıma kızdım sonra
yine ve yeniden utandım.”
Ateş ya da yangın ya da her neyse ünleneceğimiz adı; kendiyle konuşsak, zannımca yukarıda kaleme aldıklarıma yakın cümleler kurar ya da benzer ifadelerle anlatmaya, kendini savunmaya kalkardı.
Ama yaşadıklarımızın zerre savunulacak bir yanı var mı ki?
Muhlis Akarsu – 45 yaşında, sanatçı
Muhibe Akarsu – 45 yaşında, Muhlis Akarsu’nun eşi
Gülender Akça – 25 yaşında
Metin Altıok – 53 yaşında, şair, yazar, felsefeci
Mehmet Atay – 25 yaşında, gazeteci, fotoğraf sanatçısı
Sehergül Ateş – 30 yaşında
Behçet Sefa Aysan – 44 yaşında, şair
Erdal Ayrancı – 35 yaşında
Asım Bezirci – 66 yaşında, araştırmacı, yazar
Belkıs Çakır – 18 yaşında
Serpil Canik – 19 yaşında
Muammer Çiçek – 26 yaşında, aktör
Nesimi Çimen – 62 yaşında, şair, sanatçı
Carina Cuanna Thuijs – 23 yaşında, Hollandalı akademisyen
Serkan Doğan – 19 yaşında
Hasret Gültekin – 22 yaşında şair, sanatçı
Murat Gündüz – 22 yaşında
Gülsüm Karababa – 22 yaşında
Uğur Kaynar – 37 yaşında, şair
Asaf Koçak – 35 yaşında, karikatürist
Koray Kaya – 12 yaşında
Menekşe Kaya – 15 yaşında
Handan Metin – 20 yaşında
Sait Metin – 23 yaşında
Huriye Özkan – 22 yaşında
Yeşim Özkan – 20 yaşında
Ahmet Özyurt – 21 yaşında
Nurcan Şahin – 18 yaşında
Özlem Şahin – 17 yaşında
Asuman Sivri – 16 yaşında
Yasemin Sivri – 19 yaşında
Edibe Sulari – 40 yaşında, sanatçı
İnci Türk – 22 yaşında
Ahmet Öztürk - 21 yaşında, otel çalışanı
Kenan Yılmaz - 21 yaşında, otel çalışanı
Bu isimler, siyasal islam adlı ideolojinin ama bence karanlık, aşağılık, zorba ve dahası, ne olduğu belli bile olmayan bir şeyin katline uğradılar. Hem de son derece canice… Bugün yoklar. Sadece sanatçı kişilikleri mi? Elbet ki hayır; anne, baba, eş, abla, ağabey, kardeş, akraba, arkadaş, sevgili, çocuk… Ama yoklar işte!
2 Temmuz 1993 günü Madımak Oteli, Onların son nefeslerini verdikleri yer oldu ve kuduz köpekler gibi ağızlarından salyalar dökülen ve neye hizmet ettiklerini kendileri dahi bilmeyen zorba kalabalığın hedefi oldular.Devletimiz ahalisi bile saçma sapan açıklamalarla, günü kurtarmaya çalışırken, ettikleri her sözle biraz daha küçüldüler. Bir kısmı toprak oldu, kalanlar da küçülmeye devam ediyorlar. Canilerin bir kısmının ve o günlerde o canileri korumaya, kollamaya çalışan bir grubun, AKP hükümetleri döneminde, tarikatların da güdümüyle, devletimiz kademelerinde görevlendirildikleri de anımsatmalıyım!