Bu hafta sonu eşimle kültürel bir faaliyet yapalım dedik ve sinemaya gitmeye karar verdik. Vizyondaki filmleri inceleyince Nazım Hikmet’in ve Ahmet Ümit’in hayat hikayelerini konu alan“Benim Güzel Vatanım” a girmeye karar verdik. Bilet alıp salona girdiğimizde biraz hayal kırıklığı yaşadık. 200 kişilik salonda 15 civarında seyirci vardı. Salonilerleyen zamanda dolar ümidiyle bekledik. Ümidimiz film başlayınca da bizi terk etti. Bir şairin dediği gibi içimden
“Uykusuz kaldım, Tütünsüz kaldım.
Aç kaldım,susuz kaldım.
Terk etmedi sevdan beni.
Terk etmedi sevdan beni.”
mısraları mırıldandım. Nazım Hikmet gibi bir döneme damgasını vuran şairin hayatının merak eden bir çok kişinin salonu doldurması beklenirdi ama olmadı. Salonu süzünce baktım bizim gibi 68 kuşağından kimse yoktu! Beş on genç arkadaşımız vardı. Haa bu arada sinema ücretleri de hiç de ucuz değil!
Neyse geçelim filme. Filmi baştan sona seyrederken haddim olmayarak bir film eleştirmeni gibi filmi irdelemeye başladım. Filmin senaryosunu oldukça zayıf ve kopuk kopuk konular ve olayların geçtiği zamanlar arasında bağlantıların kurulamadığını görmekteyiz. Nazım Hikmet gibi bir şairin hayatını ele alan filmin senaryosunun güçlü olması beklenirdi. Sanatçıları eleştiremem senaryoya göre oynuyorlar. Işık ve çekim tekniği gibi konularda eleştiri yapmak istemem o da film eleştirmenlerinin işi!
Fakat Nazım Hikmet gibi bir şairin hayatını anlatan bir filmde,yazar Ahmet Ümit’in hayat hikayesini de monte etmek yerine, Nazım Hikmet’in bilmediğimiz kültürel ve Sanatsal tarafları işlenmeliydi. İşlenseydi filme gelenler dağarcıklarını doldurup giderlerdi. Maalesef belgesel tarzında bir film seyrettik. Ben filmde kendimi Nazım Hikmet’in yerine koyup,onun duygu ve düşüncelerini his dünyamda yaşamak istiyordum. Bu taleplerim de cevapsız kaldı.
Filmde o büyük şairin yüzlerce şiirinden bazı örneklerin yaşam hikayesiyle birleştirilerek sunulmasını beklerdik. Hele kendi sesinden bir kaç vatan sevgini içeren şiiri okunmalıydı, o da yoktu.Hele bir çokları gibi benim gençlik yıllarımda okuduğum ve beni çok etkileyen Davet şiirinin filmde vatan sevgisinin işlendiği bir sahnede okunmasını beklerdim:
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim..
Nazım Hikmet’in vatan sevgisi filmin adına konu olmuşsa,o zaman seyircinin beklentisi de bunun güçlü bir şekilde işlenmesiydi. Lakin olmadı. Film bunda başarılı olsaydı, seyircinin de vatan sevgisinin şahlanmasına şahit olacaktık, ama olmadı.
Benim Güzel Vatanım’da dönem dönem sanat, kültür, müzik ve edebiyatın evrenselliği bir kenara itilerek,politize edildi ve yurdum insanı ayrıştırılmaya maruz bırakıldı. Kin ve nefret tohumları daekilerek çok acı hadiseler yaşandı, Madımak ve Başbağlar katliamı gibi. Yıllar geçse de acılar dinmedi. Failler bulunamadı.
Değerli Dostlarım, bu film ve yazımızla merhum Nazım Hikmet’in saygıyla bir kere daha anma imkanını bulduğumuzu düşünüyorum. Filmin ismi “Benim Güzel Vatanım” idi. Hepimizin bu cennet vatanımıza olan sevgisini gelin “Bizim Güzel Vatanımız” diyerek ortaya koyalım.Bu vatanın her ferdinin kucaklandığı,ötekileştirilmediği, ayrıştırılmadığı, temel insani hakların korunduğu bir vatanda yaşamak hepimizin hakkıdır. Yüce milletimizin bunca iç ve dış düşmanı varken, gün birlik günü, gün kucaklaşma günü,gün kardeşliğimizin gereğini yerine getirme günüdür. Aydınlık yarınlarda buluşmak dileğiyle...