“Çağdaş insan kendisini doğanın bir parçası olarak değil, yazgısı onu egemenliğine almak ve yenmek olan bir güç olarak hissetmektedir; oysa bu savaşı kazanacak olursa, kendisini de yenik düşen tarafta bulacağını unutmaktadır.”
Schumachere ait bu sözler insanlığın varlığı ile birlikte doğaya bağlılığı ve bağımlılığının, yine insanlığın devamı için tahrip edilmemiş çevre ve doğal dengenin mümkün olduğunca bozulmaması ile sağlanacağını gösteriyor. Peki, ülkemizdeki çevre katliamının sınırsız bir hal almaya başlamasını nasıl veya neyle açıklanabiliriz dersiniz?
Anayasa ile başlayalım istiyorum. 1982 Anayasası, sağ ve tam doğumla birlikte kişiliğin başlangıcını kabul eder. Bu karşılıklı yükümlülükler getiren bir durumdur, devletin temel amaç ve görevi şöyledir:
“ …kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Siyasal, ekonomik ve sosyal engeller hayatımızı oldukça karmaşık hale getirdiği için hemen hemen her konuda kamuoyu oluşturmak, devletin asli görevini yerine getirmesi için, baskı unsuru olan basın, stk..lar çalışma yürütmek durumunda kalmıyor mu? Ne yazık ki kalıyor.
Diğer yandan tüm canlı varlığın yaşamını idame ettirmesi için başta beslenme olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılaması gerekmektedir. Bitkiler için beslenme: yetiştikleri toprağın mineral madde seviyesi, su-hava dengesi, toprağın yapısı-ısısı… mikroorganizmalar, ortamdaki predatör ve zararlı böceklerin varlığı, hayvanlar için beslenme ise; yetiştirildikleri ortamın kapalı/bağlı açık-mera olmasına, soludukları havaya, içtikleri suyun kalitesine, konukçularının varlığına, doğrudan veya dolaylı olarak aldıkları besin maddesinin içeriğine göre.. hayvan refahı çerçevesinde önemlidir. Hem et hem de ot ile beslenen insanın, hayat kalitesinde ki belirleyici unsur ve günlük aktivitelerini yapması için gerekli olan enerjinin büyük bir bölümünün beslenme biçimi ile alakalı olduğu her fırsatta ifade edilmektedir.
Bu bağlamda kişinin güvenli-güvenilir gıdaya ulaşması için devlete yükümlülükler düşmektedir. Bu yükümlülükler çerçevesinde üreticiyi-yetiştiriciyi yani çiftçiyi desteklemesi, gıda üretim tesislerini de denetlemesi şarttır. Çiftçi desteklenirken sürdürülebilir bir bitkisel üretim ve hayvansal üretim söz konusudur. Sürdürülebilir tarım için ise yazımızın başına dönmemiz gerekmektedir.
Yenilenebilir enerji sahaları yerine, HES’lerin, Termik Santrallerin… yapımı, fosil yakıtların hiçbir kısıtlama söz konusu olmadan kullanılması, tarımda artan pestisit ve kimyasal gübre kullanımı, hatta tarımsal mekanizasyon ve gelişi güzel yığınlar halinde bırakılan hayvansal gübreler ile havaya karışan karbon di oksit gibi sera gazları, yakılan ormanlar, açılan sondajlar ve maden ocakları ya da sahaları ile bozulan ekolojik denge..insan eliyle insan sağlığını etkilemekte devletin sağlık giderleri için harcadığı miktarları artırmaktadır. 2018 yılı itibariyle %17, 5 artış gösterip 165 milyar TL seviyelerini aşmıştır. Kişi başı sağlık harcamalarımız ise 2 bin TL geçtiğini TUİK verileri göstermektedir.
Covid-19’un çıkış noktası olarak bilim dünyası özetle; 2012 yılında Çin’de bir BAKIR MADENİNDEgörüldüğü ve 3 işçinin ölmesine neden olduğu, daha sonrada virüsün mutasyonu sonucu bulaşın ortaya çıktığı ve dünyaya da yayılmaya başladığı ifade edilmişti. Ve evet, tüm dünyayı bugün tehdit eder hale gelen ve henüz aşısı olmayan virüs nedeni ülkemizde onlarca canımız yitip gitmektedir.
Tüm bunlar ışığında, Maden ve Petrol işleri Genel Müdürlüğü’nce yürütülen ve halen ihaleleri devam eden 766 adet maden sahası gerçeği ülkemizin nasıl bir felaket ile yüzleşmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır.
Söz konusu ihale sahaları arasında Denizli’nin olması, Denizli’de Çal ilçesinin 4. Grup içinde yer alması…ve hatta en az 3 yıl öncesinden bu aramanın başlatılmış, mevcutta da detay arama safhasına geçmiş olması… Sürdürülebilir bitkisel üretim ve hayvansal üretimin sekteye uğraması aynı zamanda da açılan sahalardan sızacak olan atıkların Büyük Menderes’e karışarak geçiş güzergâhında var olan tüm tarımsal alanları ve yerleşim yerleri gibi Aydın Ovasını da tehdit edeceği gün kadar ortada olan bir gerçektir.
4. Grup içinde yer alan altının çıkarılması ihtimalini değerlendirdiğimizde ise siyanürün kullanılmasının muhtemel olduğu görülmektedir. Bu ise bir felaketin davetiyesidir. Zira bizim gibi tedbirleri ancak kazalar sonrası alan ülkeler için örnekleyelim isterim;
1998 yılında Kırgızistan Kumtor Altın madeninde 2 ton siyanür taşıyan kamyon Borskoon nehrine düşerek 2 binden fazla insanın tıbbı yardıma ihtiyaç duymasına neden oldu..2000 yılında Romanya, Aural GOLD’a ait bir atık tankının patlaması sonucu Tisza ve Tuna nehirlerine 3,5 milyon metreküp siyanürlü atık karıştı. Macaristan ve Yugoslovya yakınlarında 400 km boyunca balık ölümleri görüldü. 2014 Meksi’da oldukça yoğun yağışların olması sonucu siyanür istinat havuzlarından dışarıya taşarak insan ve tüm canlı varlığı tehdit etti.
Bu ve benzeri örnekler çoğaltılabilecektir. 4,8 gr alın çıkarmak için 1,5 kg siyanür kullanılacağı ve tonlarca toprağın zehirleneceği gerçeği ile hareket edersek, toprak canlı varlığının yok olması kaçınılmazdır. Toprak canlıları ile beslenen canlılarında eş zamanlı zehirlenmesi su götürmez bir gerçek olacaktır. Siyanürün diğer canlı varlık gibi insana da beslenme yoluyla yani gıda ( tatlı su balıkları tüketimi, siyanür ile bulaşık suyu tüketen hayvanlar… veya taban suyu aracılığı ile kök ve gövdesine absorbe eden bitkiler) ile zehirlemeye yol açması ya da doğrudan soluma/temas ile maruz kalmasıdır. Zehirlenme, şayet hafif bir seyir gsöteriyor ise; bulantı, kusma, baş ağrısı ve dönmesi, kuvvet kaybı…gibi semptomlar görülmektedir tıpkı Covİd-19 belirtileri gibi. 100 ppm den az bile olsa solunması insan için 15 dk içerisinde hayatın sonlanması demektir. Özetle 766 maden sahası bu ülkenin altına koyulmuş dinamit olup üzerinde ki yaşamı da yok etmeye muktedirdir.
Anayasal görevini kişilere karşı devletimizin yerine getirmesini beklerken, 6309 sayılı Maden Kanunu’nda değişiklik ile devlet payını %25 artırdığını duyurmasına karşın söz konusu kanun maddesinde yer aldığı üzere çıkarıldığı yerde işlenmesi durumunda ağaçlandırma bedelinin alınmamasını öngörmektedir.
Bizler yaşadığımız çevreyi tahrip ederek, diğer canlı yaşamını sonlandırarak veya toprağın altını üstüne getirerek… su fakiri bir ülkede, suyu israf ederek …tüketimden daha fazla gıdaya erişip çöpe atarak, ..ülke ekonomisini kalkındıramayacağımız gerçeğini kabul etmek zorunda olan bireyler olarak Çal’da 3 bin 800 hektar orman, toprak koruma alanı..nın, doğal hayatın, ekosistemin…yok edilmesine ve Büyük Menderes havzasının zehirlenmesine göz yummamalıyız.
Yapabileceğimiz ise; ekim ve dikim kontrolleri, teşvikler ve desteklemelerin doğru kişilere ulaştırılması,.. tarıma dayalı sanayinin geliştirilmesi, kırsal turizmin yaygınlaştırılması ve antik sit alanlarının gün yüzüne çıkarılması,… olmalıdır.
Ve ben kendi adıma şunu net ifade etmek isterim;
Adam Smith ekonomiye bakış açısında ki tezi gibi; “laissez faire, laissez-passer” yani “ bırakınız yapsınlar, bıraınız geçsinler” diyemeyiz!
Çal ve Çevresinde şahıs arazileri veya hazine arazilerinin ağaçlandırılması ile ilgili tespiti yapılmış ormanların sorunlarının konu edildiği araştırmadaki gibi kendi rızası ile 1934 yılından bugüne ağaçlandırma yapan ve 1 471 hektarı bulan şahıs arazileri sahipleri gibi doğaya, ekonomiye ve canlı varlığa nefes olalım…diyerekbitirmek isterim.
n.aydemir
17 Eylül 2020-Denizli [email protected]
6309 sayılı Maden Kanunu , ek fıkra- 28/11/2017 -7061/47. Madde)
Kaynaklar ; Orman ve Av dergisinin 2020 yılı Mart-Nisan sayısının 4. Sayfa