“Unutmamız gereken bir hakikatte şu: Düşünen ve temaşa eden varlığı yani insanı yeryüzünden kovarsak, o ulvi ve dokunaklı tabiat kasvetli ve dilsiz bir sahne olup çıkar. Kâinat susar, her tarafı sessizlik ve gece kaplar. Geniş bir inzivağaha döner âlem. Şahidi kalmayan olaylar, karanlık ve sağır, geçip giderler. İnsan olmasa varlıkların ne değeri kalırdı?... İnsan kâinatta olduğu gibi, eserimizde de baş yeri işgal edecek. Mevcudatın ortak merkezi o değil mi? Kalkış noktamızda, varış noktamız da o olmalı. Kendi hayatımla benzerlerimin mutluluğunu düşünmeyeceksem, tabiattan bana ne?”
Cemil Meriç’in Diderot’tan( Fransız yazar ve filozof; Denis Diderot 1713-1784)naklettiği yukarıdaki sözler için şöyle demektedir; “ Diderot için, ilim demek insan ilmi demektir. Tabiatın sadece insanla ilgisi bakımından manası ve değeri vardır.” Bu bağlamda peşi sıra yaşadığımız tüm afeti göz önüne alarak bugün gibi dünlerde de tabiatı yok sayan zihniyeti Diderot’un şu sözleri olmasa daha iyi nasıl tarif edebilirdik ki?
Dünya devletleri ve insanlık çevreye ait olanı sorumsuzca tüketirken, Birleşmiş Milletlerin 1972 yılında 5 Haziran tarihini “Çevre Günü” olarak kabul ve ilan etmesini “Çevre Etiği” üzerinden yapılan tartışmalar çerçevesinde tarımın vurgulanmış hali ile aktaralım;
“..Böcek ilaçlarının sadece böceklere değil, ekolojik döngü içinde böcekleri yiyen kuşlara, kuşların tükettiği sulara, sulanan ekili alanlara ve nihayetinde insana zarar vermesi; doğa ile mücadelenin insanın kendisi ile mücadelesine denk geldiğini gösterdi. Özellikle 2. Dünya savaşı sonrasında kendisini her alanda hissettiren endüstriyel yeniden yapılanma süreci, şehirlerin yeniden inşası ile doğanın kıyımı arasında kritik bir noktada yer aldığının bir başka göstergesiydi. İnsan eli ile coğrafyaların talan edilişi, nükleer etkiye maruz kalan toplumların ve masum bireylerin trajik durumu ve daha niceleri… çevre etiği, insan merkezli ( antroposantrik) etik yaklaşımların tanımladığı kadarıyla, görünürde olan belli-belirsiz “sorumluluğun” indirgenmiş ve tek taraflı iyimserliğin aşılması çağrısı ile etik imparatorluğundan ayrılmıştır…
…Hayvan hakları üzerinde konuşan çevre etiği tabiî ki 18-19.yy kadar hayvanların acı çekmediğini savlayan filozoflara bir itiraz niteliğindedir. İnsan dışındaki canlıları önemsemeyen “yaşam” , “değer” ve “dünya” sadece, ama sadece insanı merkeze alarak kuran, insanın yarattığı kültürü olumlu bir ilerlemenin ve aklın ışığı gösteren klasik etik gelenek karşısında çevre etiği, doğadan yana olmanın bir manifestosudur…”
Evet, insan merkezli bir dünya olmadığını uzu uzun yıllardan sonra idrak eden devletler 5 Haziran Çevre Günü ile sınırlı kalmayıp; 1994’de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi, 2005’de yürürlüğe giren Kyoto Protokolü, 2016’da yürürlüğe giren Paris Anlaşması ..ile sera gazı salımının azaltılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Her üç sözleşmeye de atmosfere %55 oranında sera gazı salımı yapan ülkelerden biri olduğumuz u ve bu sebeple de taraf olduğumuzu hatırlatmak isterim. Hayvanlar ile ilgili durum ise; 1957 yılında Roma Antlaşması, 1978 UNESCO Hayvan Hakları Evrensel Bildirisi, 1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması…
Çarpıcı bir rapor ise Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin; Ülkemizin yer aldığı Akdeniz Havzası’nda genel sıcaklık artışının 1°-2°C…olacağı… Türkiye’nin ise yıllık ortalama sıcaklığının 2,5°-4°C düzeyinde artış göstereceği ve ülkemizin yakın bir gelecekte daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağı ortaya koyulmuştur. Peki, tarım sektöründe iklim değişikliği ne anlama geliyor?
1.Verim azalışı
2.Sulama suyu talep ve maliyetinin artışı
3. Dikim ve hasat zamanında kaymalar veya değişiklikler
4. Ürün yetiştirme elverişliliğinde azalma
5. Daha fazla hastalık ve zararlı türleri
Çiftçi olarak 2013 yılından itibaren artan maliyetlerimizin arasında hastalık ve zararlı mücadelesi, verim kayıplarımızın sebebi olarak don ya da kuraklık gibi iklimsel nedenlerin olduğunu büyük bir açıklıkla dile getirebilirim. Nasıl önlenebilir kısmı ise hayli dikkat çekicidir;
“Sera gazı emisyonlarının azaltılarak iklim değişikliğinin etkilerini gidermek, her biri karbon yakalama ve depolama yeteneği bulunan ormanların, sulak alanların, deniz ve kıyı ekosistemlerinin, çayırların, tarımsal alanların ve turbalıkların mevcut durumlarının korunması ve iyileştirilmesi ile mümkün olabilmektedir.”
Ormanlarımızı yaktığımızı, gölleri define avına yok ettiğimizi, çayır ve mera varlığımızı imara açtığımızı, akar sularımızın üzerine enerji üretebilmek adına HES kurduğumuzu, denizlerimizi atık sular ile lağım çukuruna ve çöplüğe çevirdiğimizi..afetten korunmak için ise olmadık işlere kalkıştığımızı ne ben söyleyeyim ne de siz!
n.aydemir
07 Şubat 2020- Denizli
Kaynaklar:
Cemil Meriç, şık Doğudan Gelir, sy: 25, İletişim Yayınları, 12. Baskı 2018-İstanbul
İonna Kuçuradi-Çağın Olayları Arasında- Güncel ÖNKAL-Çevre Etiği Mi, Çevreci Etik Mi? Kuçuradi’de Negatif Çevre Etiği, sy:150-160, Tarihçi Kitabevi-2014/İstanbul
http://www.iklimin.org/wp-content/uploads/egitimler/seri_04.pdf
https://www.iklimhaber.org/iklim-degisikliginin-ekolojik-sistemlerdeki-yeri-iklimin/
https://unfccc.int/process-and-meetings/the-paris-agreement/the-paris-agreement