“ … demiştim ki, bu yurdun asıl sahibi ve toplumumuzun temel öğesi köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne dek eğitim ve öğretim ışığından yoksun bırakılmıştır...
Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi kimdir? Bunun yanıtını hemen birlikte verelim. Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. Öyle ise herkesten daha çok gönence, mutluluğa ve zenginliğe en çok hak kazanan ve lâyık olan köylüdür. Bunun için TBMM Hükümeti'nin iktisadi yasası bu temel ereği elde etmeye yöneliktir..."
Ulu Önder Gazi M. Kemal ATATÜRK henüz cumhuriyetin ilan edilmediği, savaşın bitmediği bir dönemde 1 Mart 1922’deTBMM açılışında sarf ettiği şu yukarıdaki sözleriyle aklında var olan eğitim sistemini “Köy Enstitüleri”ni işaret etmekteydi. Bu amaç doğrultusunda ilk basamak olan Türk harflerinin kabulü 1 Kasım 1928 yılında gerçekleştirilmiştir. 1932 yılına gelindiğinde ise Halk Evleri’nin kurulduğu ve okuma yazma seferberliğini üstlendiği su götürmez bir gerçektir.
3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu, kabul tarihinden beş gün sonra 22 Nisan 1940 yılında 4491 sayılı Resmi Gazete’de ilan edilerek yürürlüğe girdiyse de temeli 1935’de CHP’nin 4. Kurultayında ilköğretimin yaygınlaştırılması adına aldığı kararlarla atılmıştır. 1936’da askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapmış gençler, kendi köylerine eğitmen olarak gönderilmek suretiyle Eskişehir/ Çifteler’de bir dizi eğitimden geçirilmiştir. Asıl denemeleri 1937 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın imzasını taşıyan program ile Eskişehir (Çifteler 1937)’de, Edirne(Kepirtepe 1938)’de, İzmir ( Kızılçullu 1937)’de ve Kastamonu (Gölköy 1939)’da açılan Köy Öğretmen Okulları ile yapılmıştır.
3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’nda;
“ Madde 1 — Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde, Maarif Vekilliğince köy enstitüleri açılır.
…
Madde 6 — Köy enstitülerinden mezun öğretmenler, tayin edildikleri köylerin her türlü öğretim ve eğitim işlerini görürler. Ziraat işlerinin fennî bir şekilde yapılması için bizzat meydana getirecekleri örnek tarla, bağ ve bahçe, atelye gibi tesislerle köylülere rehberlik eder ve köylülerin bunlardan istifade etmelerini temin ederler…”
Denilmiş ve eğitim süresi beş yıl olmakla beraber mevcut dört deneme okulunun enstitüye çevrilip, on yedi yeni enstitü açılması sağlanmıştır. Köy ve köylüyü kalkındırmayı, eğitmeyi, bilinçlendirmeyi..kendi kendine yetmeyi ve elbette 1924 yılına ait 442 sayılı Köy Kanunu ile bütünleşik devlet hizmetini kendi kendine sağlamayı hedeflemiştir.
Köy Enstitüleri’nin mimarı olan dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un şu sözleri ile bu haftaki yazımıza noktayı koyalım ve bugünden tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Gününü kutlayalım istiyorum;
"Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi mihaniki surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köy insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar etmesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir...”