Görünen o ki; şu coronalı kriz günleri
tüm dünyada insanlığa çok şey öğretiyor, bize de… Artık zengini fakiri, yandaşı
karşıtı, saray rejiminin tümüyle iflas ettiğini görüyor ya da sorgulamaya
başlıyor. Kim ne derse desin, sarayın karşısında alternatif bir güç var artık;
muhalif belediyeler. Çoğu, “CHP’li belediyeler” olarak anılıyorlar ama ben
onları daha çok millet ittifakının, daha geniş anlamda ise demokrasi güçlerinin
bir motoru, öncüsü olarak görüyorum, görmek istiyorum. İrili ufaklı, tam
anlamıyla organize ve entegre bir ses çıkaramasalar da şu yalnız ülkenin
yapayalnız halkına bir umut, bir nefes olmak için didinip duruyorlar. Ve en
alttakiler bunu gerçekten görüyor ya da görmeye başlıyor…
Kim derdi ki; ülkücü kökenli Mansur
Başkan, tüm garibanlara el uzatırken, Terzi Fikri’nin Fatsa’sından dayanışma
örneklerini bugünlere taşıyacak. Ya da kim derdi ki; Tunç Başkan ya da Birsen
Başkan, Ovacık’ın komünist başkanının “halk için tarım” hamlelerini kendi
topraklarında sürdürecek. Ya da kim derdi ki; Ekrem Başkan’ın çaya çorbaya
limon diyerek hem üreticiyi hem de tüketiciyi düşüneceğini, Şeniz Başkanın
iyilik hareketiyle ramazan sofralarında garibanların evlerine girerken, HDP’li
belediyeler de bu işi “kardeş aile” projesiyle gerçekleştirecek... Daha düne
kadar bütün bunlar saraydan beklenirdi. Ama o, gele gele ücretli maske satışına
geldi dayandı ve aslında kendi siyasi ömrünü tüketti... İşte şimdi; gideni ve
gelmekte olanı anlama vakti.
Mademki 6 Mayıs’ın yıldönümü; Denizlere
olan borcumuzu da ödeme vakti. Onlar, sömürü ve zulüm son bulsun, halkın
iktidarı kurulsun diye darağacına gittiler. Dönem çetindi, mücadeleleri de
keskin oldu. Ama bugün şartlar değişti; elimizde kalemle, klavyeler var silah
olarak, bir de belediyeler. Bugün, onları kullanarak mücadelenin ve
dayanışmanın en güzel örneklerini verebiliriz.
Düşünsene, sizce fena mı oldu; 5
Nisandaki “lale yerine buğday zamanı” diyerek başlattığımız “tarımsal kalkınma”
çağrımızın hemen ülkenin dört bir yerindeki muhalif belediyelerce
sahiplenilmesi. Ya da 13 Nisanda “çaya çorbaya limon” diyerek başlattığımız
çağrımızın İstanbul’dan karşılık bulması ve ülke gündemine oturması. CHP eliyle
önerilen, krize karşı önlem hamlelerinin gecikmeli ve kerhen de olsa saray tarafından
kabul edilmesi… Hepsi ama hepsi bu topraklardaki kadim uygarlığın bir sermayesi
aslında, adı da; eski deyimle “imece”, bugünün deyimiyle “dayanışma.” İşte her
şey bu sihirli sözcükte saklı değil mi?
O zaman şu soruyu haklı olarak
birbirimize sormalıyız; Saraya, ‘tüm yetkileri tek elde toplayarak yanlış
yapıyorsun’ diyerek karşı dururken biz, kendi alanlarımızda, ‘yetki bende, o
halde her kararı kendim veririm, ben böyle takdir ettim’ diyebilir miyiz? İster
Oda Başkanı ol, isterse Belediye Başkanı; eğer gelmekte olan yeni bir yaşamın
öncüsü olarak görüyorsak kendimizi, ortak akıl ve dayanışmadan uzaklaşabilir
miyiz? Bir insan, tek başına, her konuda her şeyin en iyisini, en doğrusunu
bilebilir mi? Hele hele yerel yönetimlerde ve kentleşme kararlarında!..
Vedat Dalokay efsane bir belediye
başkanıydı başkentin. Kadir Topbaş da İstanbul’un belediye başkanıydı. Ve her
ikisinin de mesleği; mimar. Şimdi ben, sırf mimar ve meslektaşım diyerek Kadir
Topbaş’ın İstanbul’da işlediği kentleşme cinayetlerine olumlu bakabilir miyim?
Denizli’de de iki mimar meslektaşım geçmişte belediye başkanlığı yaptı; Hasan
Gönüllü ve Ziya Tıkıroğlu. Son zamanlarda “eski Denizli’nin geleneksel dokusunu
kendi ellerimizle yıktık, hiç de iyi etmemişiz” demiyor muyuz? Sence o eski Denizli
hangi yıllarda, kimlerin kararıyla yok edildi? Ortak akıl ve dayanışma
mekanizmaları işletilseydi, mimar belediye başkanlarına rağmen geçmişteki o
yanlış kararlar alınır mıydı sence?
Bir mimar olarak benim “Anayasa hukuku” ya da
“infaz yasası” konusunda ahkâm kesmemi nasıl karşılarsın? Eğitim düzeyim sence
bu konuda karar verici olmam için yeterli midir? “Saçmalama kardeşim,” dediğini
duyar gibiyim. Ama soruyu şöyle sorsaydım daha makul bir tavırla
karşılaşacağımdan eminim; Mesleği avukat olan Mansur Başkan, ilgili uzman ve taraflardan en geniş görüş ve
öneriyi alarak Ankara’nın imar planı kararını üretse, o karar optimum bir karar
olur muydu? Yoksa; “halk beni seçti, belediye başkanı benim ve şu imar planı
konusunda takdir hakkımı kullanıyorum” dese ya da Kadir Topbaş’ı danışman
olarak kullansa da pratik plan, proje, çözüm üretse daha iyi mi olurdu?!
Ülkücü kökenli olsa da tam da halkçı
belediyeciliğin nasıl olacağının en güzel örneklerini veren Mansur Başkana
haksızlık etmeyeyim. Sadece şu son uygulama kararlarından birkaç örnek daha
verip yazımı bitireyim. Belki yol yakınken, yerelde, konunun asıl muhatapları
tarafından dikkate alınır da biz de tarihe karşı sorumluluğumuzu yerine
getirmiş oluruz: Mansur Başkan tüm ülkeye dönemin ruhuna uygun belediyeciliğin
nasıl yapılacağını gösteriyor. Nedir o yol? Şu anda, bu coronalı günlerde
halkımızın öncelikleri farklılaşmıştır. Bu nedenle acil olmayan tüm ihaleler,
yatırımlar iptal edilmiştir! Buna fiziki yatırımlar da dahildir! Şimdi işsize,
aç ve muhtaç olana belediyenin ve kamunun tüm kaynaklarını seferber etme
zamanıdır. Gün gıda ve tarım seferberliği zamanıdır! Gün herkesin ücretsiz
sağlık hizmetinden yararlanabilmesi, elektrik, su, doğalgaz, ulaşım, barınma…
Kısacası temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilmesi zamanıdır. İmarmış,
sokakmış, planlamaymış, inşaatmış… Bunlar bir yıl sonra gündeme gelse de olur.
Hem belki o zaman küçük ticari ve siyasi çıkar peşinde koşmaktan, ufku dar
yönlendirmelerden, egolarımıza yenik düşmekten hep beraber kurtulmuş oluruz…
Denizlere, Mahirlere olan borcumuzu
belki de böyle ödemiş oluruz. O devrimciler, o şarabi eşkiyalar bu ülke ve bu
halk için canlarını verdiler. Biz bilgimizi, lokmamızı ve yetkimizi
paylaşmışız, çok mu?