Sarı Çizmeli olmasa da bizim de bir Mehmet Ağa’mız vardı.
Babası köyünün zengini, maden ocakları var, krom işletiyor. Ormanın tomruk nakliyesini yapıyor Dalaman Çayı üzerinden. Köyceğiz’de varlık vergisi ödeyen bir kaç kişiden biri. Bir gariban görse yardım eder, ağam diyene verir. 50’li yaşların sonuna geldiğinde iflas eder, hastalanır. Bir kaç yıl içinde vefat eder. Çocuklarına biraz tarla ve bir değirmenle birlikte epey borç ta bırakır. Herkes seferber olup borçlar ödenir.
Büyük oğludur Mehmet Ağa...
Tarlalar bölüşülür, biraz tarla ile birlikte değirmen kalır Mehmet Ağa’ya. Herkes Mehet Ağa der ama ekip biçtiği bir kaç dönüm tarla değirmen ve bir kaç baş hayvanı dışında bir şeyi yoktur. ‘Ağa’ lakabı babasından yapışıp kalmış.
Bizim köy Sandıraz Dağının eteklerinde kurulmuş. O bölgede köyler genellikle çok dağınıktır 3-5 hanelik mahalleler vardır. İçlerinde en derli toplusu bizim köydür. Bütün köy bir mahalle gibidir. O nedenle Cuma günleri camisi olmayan komşu köylerin mahallelerinden bizim köye gelirler Cuma namazına. Namaz bittimi herkes Mehmet Ağa’nın evine...
Yenilir, içilir, sonra herkes kendi köyüne dağılır. Mehmet Ağa’nın babası zamanında da öyle olurmuş. Ben babam gibi varlıklı değilim diye geleneği bozmamış. Eve gelen aç gönderilmezmiş. Çocukken ne zaman evlerine gitsem bahçesindeki ağaçlarda meyve varsa köyün bütün çocukları ağaçların tepesinde olurdu. “Dalını kırmadan yiyin amcam” derdi sadece.
Kurban bayramı oldu mu yine namazdan sonra onun evine gidilirdi. En az 3 tane kurban kesilirdi. Bir taraftan ekmek pişirilir, bir taraftan kurban eti, herkesin karnı doyar, dualar edilir öyle dağılırdı köylü.
Birisinin düğünü olsa katırıyla ilk o çıkardı dağa; düğün evine odun çekmek için. Ha bir de değirmeni var ya babadan kalan. Hiç değirmende beklediğini görmedim. Değirmende arıza olursa ya da ayda yılda bakım yapmak için uğrardı sadece. Değirmenin kapısında kilit olmazdı zahiresi olan gelir ununu öğütür giderdi. Evine hak (Değirmencinin öğütülen undan aldığı pay) getiren olursa alır, getirmeyenden istemezdi. Her gün okula giderken değirmenin önünden geçerdim, hep sıra olurdu. (Başında beklese paraya para demezdi)
Bir oğlunu iş kazasında kaybedince, oğlunun biriktidiği paraya hiç dokunmadan götürüp köyün camisine bağışlamıştı. Allah katında çok iyi birisi olduğu söylenince, “Öteki tarafa gidip de gören mi var? Biz iyi yaşayalım, iyi insan olalım yeter” derdi.
Bir gün bir otobüs yolculuğunda yanımdakiyle konuşuyoruz, nereli olduğumu sordu. Ben de nereden bilecek bizim köyü diye düşünsem de söyledim. Adam, “Ben sizin köye geldim” dedi. “Nasıl geldin?”dedim. Anlatmaya başladı. “Katır satıyordum ben. Çayı geçince bir tane değirmen vardı. Değirmende bir adam gördüm, katır satmaya geldiğimi ama dağ köylerini bilmediğimi ne tarafa gideceğimi sordum. Değirmende biraz işi olduğunu ve beklememi istedi. Değirmenin ayarlarını yaptıktan sonra evine gittik, yemek yedik. Sonra yanıma oğlunu verdi, 10 gün falan o dağ köylerini oğluyla birlikte dolaşıp katır sattım. Oğlana bir kuruş para aldıramadım. Ne adamlar var be!”
Mehmet Ağa’nın yaşı ilerleyip hastalandığı duyulunca köylülerden birisi gelir helalleşmek için. “Amca, biz çocuktuk. Annem babam çoban evindeydi. Evde yiyecek bir şey yoktu. Ağabeyimle kümesten senin tavuğunu çaldık yedik. Helalleşmek istiyorum tavuğun parasını vermeye geldim.”
Mehmet Ağa belki de ömründe ilk kez o zaman kızmış birisine...
“Kapıyı çalıp 2 ekmek isteyemediniz mi? Ekmeksiz mi yediniz tavuğu?”