1985 yılının haziran ayı, Denizli'ye ilk kez geliyorum. Otobüsle Menderes Nehri üzerindeki köprüden ve nehrin yanından geçerken pırıl pırıl akışına, yüzen balıklara ve havza üzerinde uçuşan kuşlara hayran kalmıştım. Denizli Mühendislik Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak göreve başlamak için geliyordum. Sözü aslında Menderes Havzası'nın dünü ve bugünü getirmek istiyorum.
O yıllarda Denizli'deki sanayi özellikle tekstil sanayisi gelişme trendine girmiş, bu trend kente çalışmak için gelen insanların yoğun göçü barınma, eğitim ve sağlık gibi bir çok problemleri de beraberinde getirmiştir. Palyatif çözümler maalesef gecekonduların yapılmasının önünü açmıştı. 1985 yılında Denizli'nin nüfusu yaklaşık 120 bin idi. Yıllar içinde işçi göçünün fazlalığı, Denizli ilimiz için kentsel problemleri de beraberinde getirmiştir. Tekstil sanayisinin çok gelişmesi bu problemlerin hasır altına atılıp görmezden gelinmesine neden olmuştur. Sanayileşme ve kentleşme konusunda maalesef bir çok planlama ve uygulama hataları yapıldı.
Denizli'nin en verimli tarım alanları üzerine irili ufaklı tekstil atölyeleri ve fabrikaları kuruldu. Tarım alanlarının yok edilişini bir çoğumuz maalesef sessiz sinema gibi seyretti, seyrettik! Tarım alanlarımızın azalması bugün tarımsal üretimdeki problemlerin bir diğer kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yıllar içinde üretim yapan boyahaneler ve fabrikalar atıklarını Menderes Nehri ve onu besleyen kollarına boşalttılar.
1988 yılında Honaz'da Denizli Organize Sanayi Bölgesi kurularak faaliyete geçirildi. O yıllarda Üniversitede çalışan akademisyenler olarak Menderes Nehri ve havzası kirliliğe karşı korunmalı ve sanayinin arıtma tesisi acilen kurulmalı demiştik. Fakat ne hikmetse arıtma tesisi kurulmadı, kurulamadı! Sanayi Bölgesi kurulmadan ve faaliyete geçmeden önce kurulması gereken arıtma tesisi, malesef 10 yıl sonra 1997 yılında faaliyete geçirildi. Bu konuda denetim ve yaptırım da olmadığından, arıtma tesisi olmadan fabrikalar yaklaşık 10 yıl Menderes Havzası'nı kirlettiler. Canlılar ve özellikle balıklarda topluca ölümler yaşandı. Ayrıca Menderes Nehri'nden sulanan tarım alanları da kirletildi.
1988 yılında henüz Pamukkale Üniversitesi bile kurulmamıştı. Dokuz Eylül Üniversitesi'ne bağlı Denizli Mühendislik Fakültesi akademisyenleri olarak, Menderes nehrinden su numuneleri alınarak, araştırmalar yapıp raporları hazırlamıştı. Nehirde ağır metallerin yüksek oranda olması canlı hayatı ve ekolojik çevre için, özellikle tarım alanlarında bu suyla sulama yapılmasının insan sağlığı için büyük bir tehlike arz ettiğini ilgili kurum ve kuruluşlara da iletmiştik. Yapılan bu bilimsel çalışmalar maalesef dikkate alınmadı.
Daha donra 2000'li yıllarda yine bir çok bilimsel çalışmalar Menderes nehri üzerinde yapıldı. Numuneler alınıp kimyasal ve biyolojik tahliller yapıldı. Yine yetkili kurumlara bilgilendirme ve uyarılar yapıldı. Karşılık bulmadı.
Bu bilimsel çalışmaların önemsenmemesinin bedelini şimdilerde ağır bir şekilde ödüyoruz. Menderes Havzası'nda canlı hayatın ne kadar tahrip edildiği bir gerçek, fakat kirlenen tarım alanlarında üretilen tarım ürünlerinin insan sağlığını ne kadar etkilediği de bilinmiyor. Yıllara göre bu havza etrafında yaşayan insanların sağlık ve hastalık haritası çıkarılsa belki bu konu hakkında bir yargıya da varabiliriz diye düşünüyorum.
Güzel ülkemde önemli bir problem var: Bilim insanlarına ve bilimsel çalışmalara önem verilmemesi ve yaptırım gücünün olamaması.
Yukarıda Menderes Havzası'nın yaklaşık 35 yıllık bir tarihsel sürecinin konu edilmesi ve şimdilerde Menderes'i kurtarma çabaları yukarıdaki savımın doğruluğunu göstermektedir. Bilim insanlarına ve bilime gerekli önemin verilmemesinin altında bir çok nedenler yatmaktadır. Siyasi ve ekonomik nedenlerin yanında yetkili kurumların görevlerini yerine getirmemeleri ya da getirememeleri... Bu konu böyle uzar gider.
Bugün Menderes ve benzeri havzaların kurtulması ve ıslahı için milyarlarca lira kaynak gereklidir. 30 yıl önce çok küçük maliyetlerle arıtma tesisleri yapılmış olsaydı, sıkı denetimler yapılsaydı, gerekli önlemler alınmış olsaydı, bugün bu çevre felaketi yaşanmayacaktı. Umarım kalıcı bir çözüm için radikal kararlar alınır, toplumun tüm paydaşlarının ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla üniversitelerin önderliğinde acilen bir takım eylem planları hayata geçirilir, Menderes ve aynı kaderi paylaşan havzalarımız kurtulur, ümidindeyim.
Üzerinde yaşadığımız bu dünya ve üzerindeki kaynaklar bizim gelecek nesillere bırakacağımız miras değil, emanetimizdir! Saygılarımla...