Bu bir;
Tamamen kendimden özgün,
'Bayramın 3. Günü
Edebiyat Yazısı’dır dostlar!...
Özledik ya, bayramlaşmayı.
Dostlarla-akrabalarla buluşmayı, kaynaşmayı.
Evlerden attık kendimizi dışarıya.
Hayatın tam içinde
yaşamayı…
O zaman;
Hayatın tam ortasından yaşananları Şiir’e bağlayan,
Orhan Veli ile,
Kıymeti kendinden
menkul Şiir’sel yolculuğa devam…
*****
14 Kasım 1950,
Salı,
İstanbul…
Saat: 22.55...
Bir devir kapanır…
Bir garip Orhan Veli;
36’sında henüz,
Göçer gider bu
dünyadan…
Gün boyu;
Çok yakın dostu,
Sabahattin Eyüboğlu
ile birliktedir…
Veli'nin oğlu,
Tarifsiz kederler içindeki,
Orhan Veli...
Avukat Muzaffer Gençay Hanım’ın;
Kızkardeşi Nejat ile beraber yaşadığı evine,
Akşam yemeğine davet
edilir...
Yaşamayı, dostluğu, muhabbeti
ve içmeyi seven Orhan Veli,
Davete icabet eder...
Muzaffer Gençay,
Şöyle anlatacaktır o
geceyi:
“Kalabalık bir dostlar topluluğuyla yemek yendi.
Şiirler okundu,
sohbetler edildi...
Orhan o gece bizde kaldı.
Kanepede yatarken
uyuyor zannettik...
Bir terslik olduğunu anlayınca;
Nejat’ın ödü koptu,
Ortalığı velveleye
verdi...
36’sında henüz, Orhan
ölmüştü.”
*****
Her ne kadar cebinden;
“Aşk Resmi Geçidi” Şiir’inin çıktığı yazılsa da,
Çok yakın dostu Sabahattin Eyüboğlu’ya göre,
“Gelirli Şiir” ve 30
kuruş çıkar...
“İstanbul’dan ayva gelir, nar gelir.
Döndüm baktım, bir edalı yar gelir.
Gelir desen, dar gelir.
Günaşırı alacaklılar
gelir...
Anam anam,
Dayanamam!.
Bu iş bana zor
gelir...”
*****
Ölümünün ardından;
Sabahattin Eyüboğlu,
Nahit Hanım’a mektup
yazar:
“Sevgili Nahit Hanım…
Elim varmıyor yazmaya,
Fakat benden haber
bekleyeceğinizi biliyorum...
Sesiniz dün gece hep ‘ne oldu’ diye soruyordu.
Yıllardır korktuğumuz başımıza geldi Nahit Hanım,
Orhan’ı kaybettik...
Gazetenin size benden evvel haber vermesini;
Hem istiyor, hem istemiyorum.
Kimbilir neler
anlatacaklar...
O gece saat 2’de adli
tahkikat başladı…
Hastane doktorları,
Alkolden zehirlenme teşhisini kabul etmemişler.
Beyaz ya da habis bir
zehirden şüpheleniyorlar...
Biz bu sabah Ahmet Hamdi ile
Hastaneye gidip tam
teşhisi öğrenmek istedik...
Otopsiden önce bir şey söylenemeyeceğini söylediler.
Orhan’ın kokain kullanıp kullanmadığını sordular.
Hiç ihtimal
vermediğimizi söyledik...
Sonra yine Tanpınar’la birlikte, Şişli’deki eve gittik.
Eve gittiğimiz zaman haberi
daha yeni almışlardı…
Perişandılar, annesi
‘oğlum intihar etti’ diyordu…
O da, babası Veli Bey de hiçbir şeye karışacak halde değillerdi.
Ne lazımsa siz yapın,
başka kimsemiz yok dediler...”
*****
Ahmet Hamdi Tanpınar
da, o geceyi şöyle anlatır:
“Daha orta mektebin 1. sınıfında talebem olan Orhan’ı;
Cerrahpaşa Hastanesi’nde son defa,
Oksijen çadırının altında yarı çıplak,
Güçlükle nefes alır
ve o kadar güzel hayâllerini yakaladığı dünyamızı,
Yalnız akı görünen gözlerinden boşanırken gördüğüm günü,
Hiç bir zaman unutamam...”
*****
Melih Cevdet Anday ise
şöyle anlatıyor yakın dostunu:
“Ölümünden bir hafta önce Ankara’ya gelmişti.
‘Aşk Resmi Geçidi’
adlı son şiirini okudu…
Aşk şiiri değil bu dedim.
Değil dedi...
Çünkü artık aşk, hava, bulut, su;
O’nun için yazı,
Şiir konusu olarak,
Tek başlarına birer
varlık olmaktan çıkmışlardı...”
“…Gelelim sonuncuya!.
Hiçbirine bağlanmadım,
Ona bağlandığım
kadar...
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü
var...
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği
kadar...”
*****
Ara Güler’in yazdığı;
"Bir Devir Böyle Geçti Kalanlara Selam Olsun" kitabında,
Orhan Veli’nin
boynunda bir iple kendini asmış gibi bir pozu var...
Fotoğraf, Sabahattin
Eyüboğlu’nun balkonunda çekilir…
Bu fotoğrafla ilgili detayları;
Yine Sabahattin Eyüboğlu’nun,
Nahit Hanım’a yazdığı
mektuptan okuyalım:
“Son günlerde ölümden hep bahseder olmuş diyorlar.
Ben pek duymadım...
Ama bir hafta kadar önce bizde yemekteymiş.
Ben yoktum, geç
geldim...
Kim kahve pişirecek, hadi Orhan sen pişir demişler.
O da ölüler kahve pişirmez demiş.
Ne demek o demişler.
O da bir fotoğraf
göstermiş...
Bizim balkonda bir fotoğraf çektirmiş.
Maslup diye, boynunda bir ip, ağzında sigara, elleri arkasında.
Ama oyun bu da,
dünyada inanmazdı öleceğine..."
*****
Melih Cevdet, devam
ediyor anlatmaya:
“Orhan’ı görünce yüzüm
gülerdi...
Başkalarına kolaylıkla anlayamayacakları bir işi,
Bir düşünceyi ona iki
kelimede söyleyiverirdim...
Anladığını, can alıcı yerinden anladığını
Bir işaretle belli ediverirdi.
Çok zekiydi...
Dinlerken insana çokluk bakmaz,
Adamın üstüne düşüp şaşırtmaz, yormazdı.
Bırakırdı kendi haline.
Dinlemez bile
görünürdü...
Söylenenleri sevdiyse,
Aklına uygun bulduysa kendini tutmaz,
Düşüncesini açığa
vururdu...
Yok, gözü tutmadı;
Kimi zaman itiraz eder, doğrultmaya, düzeltmeye kalkışır
ama çok da ayak
diremezdi...
Anlaşılan içinden, ‘Ne
halin varsa gör’ der, geçerdi...
Konuşkan değildi zaten.
Çok tatlı susardı.
İnsan onunla saatlerce
konuşmadan iyi vakit geçirebilirdi...
Ortak bir hatıranızdan,
Eski günlerden
anlatmaya mı başladınız:
‘Bak, o ne zamandır, biliyor musun?’ der,
Size yılını, ayını,
gününü, yerini söyleyiverirdi...
Hafızası çok, ama çok kuvvetliydi.
Arkadaşlarının mektep numaraları,
Telefon numaralarını,
Yolculuk, tanışma, eğlence gibi
İrili ufaklı
hadiselerin tarihleri unutmadığı şeyler arasındaydı...”
*****
Anmalı hatırına geldikçe.
Anmalı koca Şair’leri
ve hatırlamalı…
Ortak sevdamız ya Şiir.
Yaşamalı dize dize Şiir’inde Şair’in.
Yaşamalı imge imge.
Yaşamalı siz kıymetli
dostlarla ve olabildiğince yaşatmalı…
Orhan Veli!.
36'sında yitip giden;
Tarifsiz kederler içindeki,
Veli'nin oğlu, melankoli...
Daha çok var anlatılacaklar dostlar!.
Bu Pazar, bu kadar...
Bir garip Orhan Veli geçti bu dünyadan!..
Gökyüzü, aynı gökyüzü.
Deniz, aynı deniz.
Yaşam, aynı yaşam!...
Yaşamalı ve Sev'meli yürek dolusu;,
Toprak olmadan,
Çok geç olmadan...