Video adlı aygıtı bildiğinizi düşünüyorum; en azından, yaşınız
yirmiden büyükse, kesin ve en azından bir kez de olsa video görmüş ve hatta
video denen aygıttan bir filmde izlemişsinizdir.
Video denen aygıt; kısaca, televizyonumuza bağlanan ve
kendine özgü kasetlerdeki kayıtları izlememize yarayan elektronik bir alet…Yılmaz
Erdoğan’ın filmi Vizyontele’de geçen ünlü replik var ya hani, televizyon için;
“radyonun resimlisidir” diyorlar ya… Sanırım Yılmaz Erdoğan, videonun tanımını
da, “kasetçaların resimlisi” olarak yapardı buna göre…
İşte, sözünü ettiğim bu videodan bizim evde de vardı bir
tane. Almanya’dan, seksen ihtilalinden sonra yurda kesin dönüş yaparken, tüm
eşyalarımızla beraber getirmiş ve ara sıra, daha çok da misafir geldikçe kullandığımızı
anımsadığım salonumuzdaki renkli televizyona bağlantısını yapmıştı babam.
Önünde dev bir cam ve iki yanında hoparlörleri olan ceviz bir sandık
görünümündeki televizyonun altında, yatık konumda duran, değişik düğmelere sahip,
yarım A4 kâğıdı büyüklüğündeki kaseti bir hışımla içine çeken bir izleme aleti;
videomuz. Grundig marka ve asla unutamam babamın cihaz hakkındaki övgü dolu
sözlerini; “bu diğer vidyolar gibi değil, bunun bantları çift taraflı. Birine
dört, beş film sığıyor”. Ve videomuzun yanındaki rafta da bir sürü videokaseti…
İçlerinde de, hep Yeşilçam filmleri; Cüneyt Arkın, Türkan Şoray, Şener Şen,
Zeki-Metin, Kemal Sunal ve diğerlerinin, sanıyorum1970’li yıllardan, o güne
kadar çekilmiş onlarca film…
Ve fakat, sebebini şu anda bilemediğim, belki de tamamen büyük
bir tesadüf; o salonda, babamın bize izlettiği ilk film “İşte Hayat” adlı
filmdi. Filmin başrollerini Uğur Dündar ve Hülya Koçyiğit paylaşırken
kendilerine Adile Naşit ile İhsan Yüce eşlik ediyordu. Film; tüm Türkiye’nin
çok güvendiği ve çok sevdiği bir televizyon haber programcısı ve araştırmacı
gazeteci olan Uğur Dündar’ın, sıradan bir yurdum ailesi tarafından (evin annesi
rolünde Adile Naşit’i ve Uğur Dündar’a âşık kızı rolünde de Hülya Koçyiğit’i
görüyoruz) kaçırılması ve kendisine şantaj yapılması ile başlıyor. Kendisini
arabaların önüne atmak suretiyle, “yaralandım” numarası yaparak ve araç
sahiplerinden para sızdırarak hayatını kazanan, Şevket Altuğ ile röportaj
yaptığı sırada, benzer bir olayı görüntülemek isterken, Adile Naşit ve kızı bir
anda ortaya çıkıyor ve Uğur Dündar’a kurdukları kumpas sonucu O’nu kaçırıyorlar.
Ve sıradan evlerine gizlice getirip, şantaj oyunlarına başlıyorlar. Filmin
konusu hakkında daha fazla detay vermeyeyim, ancak izlemediyseniz, mutlaka
izleyin derim.
Yönetmenliği Atıf Yılmaz’ın yaptığı, senaryosunu da Umur
Bugay’ın kaleme aldığı 1975 yapımı “İşte Hayat” filmi, Uğur Dündar’ın tüm
hayatı boyunca rol aldığı ilk ve tek sinema filmi… Ve izlerken, neden sinemaya
devam etmemiş diye sormadan da, kendinizi alamayacaksınız!
Film, başından sonuna, Türkiye’mizdeki sosyal sınıf
ayrılığından tutun da, kadınlarımıza bakış açısına kadar birçok sıkıntıyı
gözler önüne sererken, çok genç yaşına rağmen, tüm ülkenin güvenini kazanmış,
başarılı araştırmacı-gazeteci-televizyoncu Uğur Dündar’ı da ve O’na olan
inanılmaz sevgiyi de fazlasıyla hissettiriyor. Arabaların altına atlayacak olan
Şevket Altuğ’un “Uğur ağabey için en inanılmaz atlayışımı gerçekleştireceğim”
repliği, rol gibi görünse de, aslında buna benzer güven ve inanç duygularını,
Uğur ağabeyin gerçek hayatında yüzlerce kez yaşadığına eminim. Filmde, Uğur
Dündar’ı kaçıran evin babasının (İhsan Yüce), her şeyden habersiz eve
geldiğinde, akşam haberlerinde Uğur Dündar’ı görebilmek için nasıl televizyonun
karşısına geçtiğini görecek ve hatta O’ndan bahsederken, “Uğur, oğlum” dediğini
izlerken duyacak ve aradan kırk altı yıl gibi uzun bir süre geçmesine rağmen, tüm
Türkiye’nin, hala ve gerçekten Uğur Dündar’dan bahsederken, “oğlum”, “aslanım”
ya da benim dediğim gibi “ağabeyim” dediğine şaşacaksınız. Çünkü, herkese nasip
olmaz yarım asırlık bu güven!
Yani, ailemizden biri gibi Uğur ağabey… Evet, ben O’nu
“İşte Hayat” ile ilk defa gördüm belki ve ben büyüdükçe, Uğur ağabey de,
ekranlardaki haber programlarında; kah bir suçlunun, kah bir hortumcunun
ardından, dağda, gemide, yolda, helikopterde, sürekli olarak peşinde olduğu doğruyu
halkına, bizlere aktarabilmek için koşar adım, bizim eve de konuk oldu her daim…
Ve bizler O’na çok inandık, çok güvendik ve çok sevdik! Ve
hala bu duygularımızdan hiçbir şey eksilmiş değil. Çünkü doğru tektir,
Türkiye’deki doğrunun tek adresi de Uğur ağabeydir.
Bu yazım da, İzmirli usta gazeteci-şair-yazar, ustam Okan
Yüksel’in, “No Pasaran” adlı kitabından bir sözü ile bitsin; “İki türlü
gazeteci vardır; palto tutanlar, kafa tutanlar. Biz kafa tutanlardanız.”