Babası şair Durmuş Dede gibi bugün de İstanbul sokaklarında kendi şiir kitaplarını satar Hüseyin Avni Dede.
Babasınca şiire yönlendirilmiş hatta ilk şiir kitabı “Şairler Üzülmesin” yine babası tarafından kaldırımlarda satılmıştır.
Durmuş Dede, dostlarıyla
” Şairden de şair doğar.” diyerek oğluyla duyduğu gururu paylaşmıştır hep.
Bir şiirinde,
” burçin belki unuttu belki hatırlar beni
onun babası zengindi benim babam şair”
diyerek, şair babasını anmıştır Oğul Dede de!
***
Bugünkü meskeni, Beyazıt Sahaflar Çarşısı girişindeki çınarın altıdır.
Şiir onun için ekmek ve su gibidir.
Onunla açlığını ve susuzluğunu giderir:
“onlar gülsün İstanbul'da
şiiri ekmek yaptım karnı acıkan buyursun”
“açlık kurşun gibi omzuma girdi
şiir ekmek oldu yedim su oldu içtim” dizelerindeki rahat ve yapmacıksız söyleyişle şiire verdiği önemi anlatır.
Hüseyin Avni Dede’nin öyküsü, "biraz münzevi bir hayatın ve yalnızlığın, biraz da yoksulluğun" öyküsüdür.
“şimdiye kadar taşıdığım
en ağır yük
yalnızlığım”
diye boşuna demiyor Dede.
***
Niçin şair olduğunu açıklarken şöyle diyor: “Çocuktum.
Bir akşamüstü içime bir sıkıntı düştü.
Babam gibi, şiir yazmak geldi içimden.
Bir şeyler karaladım, içimdeki sıkıntı hafifler gibi oldu ama hiç dinmedi.”
Hâlâ da dinmişe benzemiyor.
Bir şiirinde ise şair oluşunun nedenini daha sert ve ironik bir dille anlatıyor:
“tanrı gibi taparlar elin üç paralık dürzüsüne
insanı ister istemez şair yaparlar”
***
Mehmet Kemal onun kitap kapağındaki fotoğrafını “İsa’ya benzeyen genç adam” olarak tarif eder.
Sakalı; şiirlerinde "imge "olarak da kullanır.
Uzun sakallarına şimdilerle aklar üşüşmüştür ama belli ki bu sakalların mazisi çok eskidir.
Çevresi tepkilidir de o yıllarda bu sakala. Nitekim sakalına gelen tepkiler,
“babam bir başka söyler sakal uzattığıma
el bir başka söyler ama dinlemem maalesef” dizelerine gelip konmuştur.
Yoksulluk ister istemez onun şiirlerinde geniş yer bulur.
Bazen bir şikâyet bazen bir kabulleniş göze çarpar.
“bu şehri kurşunlamak istiyorum
yüreğimde bıçak yarası var
her tarafım heykel oldu acıdan
cebimde ne ekmek ne de yol parası var”
“benimle birlikte kaderin kollarına dal
isterse açlığım parasızlığım devam etsin
yeter ki sen beni kollarına al”
Yoksulluk asildir ve yardımseverliğin önünde de set değildir onun şiirlerinde.
“bir adam tütünsüz kalsa
karnı acıkmış olsa örneğin
cebimdeki bütün parayı çıkarır
sanki ona borcum varmış gibi verirdim
yol paramı bile çok rahat verirdim
sonra rıhtımdan eve kadar yürürdüm”
Cömertliği bir başka şiirinde de şöyle dizeleştirmiştir:
“ihtimal siz beni tanımıyorsunuz
şair olduğumu da bilmiyorsunuz öyleyse
aç ve susuz kaldığımı da
ilaç paramı dilencilere verip
yol parasıyla ekmek aldığımı da”
Onun şiirinde bazen ekmek alabilmek için Allah’a yalvaran bir adam çıkar karşımıza.
“ekmek alabilmeliyim tanrım ekmek alabilmeliyim
karnım çok zor doysa da
açlık diye bir şey var bu şehirde
gülüşlerimi alıp dudaklarına koysa da.” dizeleri bir iç sızısı gibi gelir oturur okurun yüreğine.
Zar zor bulunan ekmek bile paylaşılır onun şiirinde:
“elbette parasızlığımdan bahsedebilirim size
bakarsınız gökyüzü bir dilim ekmek verir
yarısını kendim yerim
yarısını size veririm”
Sorar hep Dede;:
“şair ekmek satın alır
fırıncı şiir okur mu”
***
Şiirlerinin alıntılandığı
Milenyum Yayınları'nın 2017 basımı "Acıya Kurşun Geçmez"den alıntı böyle anlatır Hüseyin Avni Dede'yi.
Yıllardır bir türlü tanışmayı gerçekleştiremediğim Çınaraltı'nın "simge" şairi ile, 37.Uluslararası TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı'nda Nar Sahaf'ta "tesadüfen" karşılaştım.
Ve hemen tanıştık, söyleşiye koyulduk.
İzmir'den geldiğimi, gazeteciliğimi, "şiir dostu" olduğumu öğrenince, öncelikle "Merhaba kalemdaş! Hoşgeldin!
Okan Yüksel Dostum'a selâmımı mutlaka ilet" dedi.
Gözleri gerçekten hep sevgiyle bakıyor.
Herkesin selâmını içtenlikle karşılıyor.
Hâlâ kendi ifadesiyle "yaşama kök saldığı ya da köklerinin birbirine karıştığı çınarın altında
o muhteşem
"Hiçbir zaman hepimiz mangal yürek/hepimiz kağıt kalem/yazacağım, yazacağız/yazacağız uzun zaman.’'
dizelerine sadık şekilde "şiir yazmayı" sürdürdüğünü,
"Boş bir taş varsa bu ülkede üstünde ben varım’ diyen ve bulduğu her boş taşın üstüne çıkıp o güzelim şiirlerini okuyan Attilâ İlhan gibi her ortamda şiir okumaktan keyif aldığını anlattı.
"Bizans Tabut Çivileri adlı şiir kitabının İngilizce’ye çevrildiğini, İngiliz gazetelerinin Londra'ya gittiğinde “Uçuşan Sakallı Türk Şairi geldi” diye başlıklar attığından "gülerek" söz etti.
"Sait Faik, Orhan Veli ve Neyzen Tevfik" gibi yaşamasını sevdiğini, '‘Hem ölüyüm/ Hem diriyim/ Yaşayan dört ölüden biriyim’' adlı bir antoloji hayata geçirmenin "en büyük arzusu" olduğunu da sözlerine ekledi.
Kısa ama oldukça keyifli söyleşiyi "Sevgi alır, şiir yazar; şiir sevgi satarım ben"le bitirdi Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil, Bedros'un öğrencisi!..
***
Şiir; sevgi, barış, içtenlik; her şey demek!
Şiirin yürekteki heyecanı, beyinlere akıttığı güzellikler, çiçekler açtırır yaşamda.
Hep şiirle, sevgiyle kal "Şairoğlu Şair"!