Sevgili Ak Parti’li kardeşim,
Yıllardır internet sitelerinde ve gazete köşelerinde “yarına mektup” yazıyorum. Ama şimdi ilk defa bu mektubumu sana yazıyorum. Biliyorum; yıllardır yazılarımı takip eden okuyucularımın bir kısmı bana kızacak. Neden mi? Sana “Ak parti’li kardeşim” dediğim için. Seni anlamaya çalıştığım için. Kendimi sana tüm içtenliğimle anlatmaya çalıştığım için… Ama olsun, ben bu kızgınlıklara ya da eleştirilere katlanırım. Yeter ki sen, beş dakikanı ayır ve sana yazdığım bu mektubumu sonuna kadar oku.
Bak sevgili kardeşim,
16 Nisan’da referandum var. Senin kullanacağın bir oy; vatanımız, bayrağımız ve geleceğimiz için esaslı bir karar verecek. Bu kararın ile; hükümet değişmeyecek, Ak Parti iktidarı üç sene daha tek başına devam edecek. Cumhurbaşkanımızın da görevi sona ermeyecek. Onun da görevi üç yıl daha sürecek. Ama öyle esaslı bir şey olacak ki, belki de torununun torunu bile seni minnetle ya da lanetle anacak. Çünkü bu kararın ile; ya ülkenin rejimi tümden değişecek ya da bir asırlık demokrasimiz eksik ve yanlışlarını düzelterek yoluna devam edecek.
Biliyorum; sen de en az benim kadar bu vatanı ve ay yıldızlı bayrağımızı seviyorsun. Sen de ülkemizin bir Suriye, bir Irak, bir Yugoslavya olmasını istemiyorsun. Sen de çocuklarının, torunlarının, bugün ve gelecekte, mutlu ve huzurlu bir hayat sürmelerini istiyorsun. En az benim kadar sen de herkesin işi, aşı, başını sokacağı sıcacık bir yuvası olsun diyorsun. Sen de “artık yeter! Vatan evlatları gencecik birer fidanken toprağa düşmesin, şehit olmasın” diyorsun. Ekonomik kriz nedeniyle kimsenin ocağının sönmesini, kepenginin inmesini istemiyorsun. Tüm bunlar için, istikrar içinde, milletçe el ele, gönül gönüle aydınlık bir Türkiye için karar verelim ve çalışalım istiyorsun. Evet sevgili kardeşim, tüm bunları ben de istiyorum. Bu amaçla 15 yıldır tüm seçimlerde ikimiz de oy kullandık. Sen Ak Parti’ye, ben de CHP’ye oy verdim. Senin verdiğin oylar sayesinde de Ak Parti tek başına iktidar oldu. Recep Tayyip Erdoğan da Cumhurbaşkanımız.
Peki sevgili kardeşim,
Şimdi sana izninle şu soruları sormak isterim. Bu on beş yıl içinde Ak Parti Hükümeti ve Cumhurbaşkanımızın;
İsteyip de çıkartamadığı bir tane bile yasa, kararname, yönetmelik var mı?
İsteyip de alamadığı bir tane bile teröre karşı önlem, karar, genelge ya da icraat var mı?
İsteyip de işe alamadığı bir tane memur ya da kamu görevlisi var mı?
İsteyip de kuramadığı bir tane kamu kurumu, şirket, vakıf, fon var mı?
İsteyip de alamadığı bir tane işsizliği azaltan, ekonomiyi canlandıran önlem var mı?
Bu soruların cevabını kendi kendine verdin mi güzel kardeşim? O zaman bu kör topal yaşadığımız rejimde bile, aynı Ak Parti iktidarının birinci yarıda başarılı bir top oynadığını, ama ikinci yarıda da çok başarısız bir top oynayarak bütün golleri kendi kalemize attığımızı görürsün. Üstelik ağır aksak da olsa demokratik kurallar, denge denetim mekanizması işletilirken. Ama ya şimdi?! Sanki tüm suç bir asırlık Cumhuriyet’imizdeymiş gibi, yeni bir rejimle karşı karşıyayız. Tüm yetkilerin tek bir kişide, yani Başkan’da toplandığı bir rejim. Dünyada bir tek örneği bile olmayan, bir kişinin her şeyin sahibi ve karar vericisi olduğu bir rejim.
Bak sevgili kardeşim,
Anayasa değişikliğindeki maddeleri uzun uzadıya sana anlatmayacağım. Ama çok basit bir benzetmeyle durumu ben sana izah etmeye çalışayım;
Türkiye’yi bir köye benzetelim ve ikimiz de bu köyde yaşıyor olalım. Bu rejim değişikliğine referandumda “evet” dediğimizi düşünelim. Mektubumun başında “bir oy” dedim ya, işte o bir oy sayesinde “evet” fazla çıksın ve köyde Başkanlık, yani muhtarlık seçimi yapılsın. Ben CHP’li sen de Ak Parti’li muhtar adayları olalım. Köylü de birimizi muhtar seçsin. Hah işte orda dur! Çünkü dananın kuyruğu bundan sonra kopacak. Diyelim ki ben muhtar seçildim. Artık köy ile ilgili bütün kararların alınması yetkisi bende olacak sevgili kardeşim. İhtiyar heyetini ben atayacağım. Hem de istediğim sayıda ve istediğim kişileri. Mesela kızımı 1. Aza, damadımı 2. Aza, karımı 3. Aza, dünürümü 4. Aza, asker arkadaşımı 5. Aza falan. Şehre pazara giderken tüm yetkilerimi atadığım 5. Aza asker arkadaşıma vereceğim. Çünkü o senin can düşmanın. Ben pazardan gelinceye kadar her istediği kararı alabilecek. Bu kadar mı? Olur mu hiç! Köyün ebesini ben atayacağım. Caminin hocasını, okulun müdürünü, köyün bekçisini, ormanın korucusunu… Hepsini ben atayacağım. Sizden ne kadar vergi toplanacağına da, bu atadığım kişilerin maaşlarına da ben karar vereceğim. Çünkü köyün bütçesini de ben yapacağım. Sizin ailenin kaç lira emekli maaşı alacağını, hatta ne kadar harcayacağını da. Yetti mi? Dur hele daha yetmedi. Diyelim ki senin mahallenin çobanı sürüsünü yanlışlıkla benim sebze bahçesine soktu. Tek başıma senin mahalleye savaş açacağım. Kurduğum ordunun başında da ben olacağım. Böyle adaletsizlik olmaz diyerek mahkemeye mi gitmek istiyorsun. O zaman da hakimi ve savcıyı da ben atayacağım. Böyle adalet olmaz diye üzerime mi yürüdün. Seni alnı çatından tak diye vuracağım. Bu durumda beni yargılayacaklarını düşünüyorsun değil mi? Köy meclisinin üçte ikisi yargılansın demeden de yargılanmayacağım. Ben köylüyü ikna ederim mi diyorsun. O zaman da ya seçim kararı alacağım ya da kendi atadığım hakim ve savcının karşısına çıkacağım…
İşte sevgili Ak Parti’li kardeşim,
Mektubum uzadı. Seni fazla da sıkmak istemem. Ama özetle durum bu. Seni anlıyorum. Ak Parti’yi ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı çok seviyor olabilirsin. Bu duygu ve düşüncelerin için de sana saygı duyarım. Ama kardeşim, işte görüyorsun; bu mesele Erdoğan meselesi değil. Anayasalar öyle kolayca değişmez. Uzun yıllar bu değişiklikle ülkemiz idare edilir. Allah uzun ömürler versin, Cumhurbaşkanımız ölümsüz biri değil. Ondan sonra benim muhtarlığım örneğinde olduğu gibi ya hiç sevmediğin biri Başkan seçilirse? Bana soracak olursan; “ben bu kadar yetkiyi babama bile vermem. O da istemez zaten.”
Bu yüzden sevgili kardeşim, çok iyi düşüneceğine ve ülkemiz için en hayırlı tercihi yapıp o “bir oy”u kullanacağına inanıyorum. Kendine, ailene ve ülkene çok iyi bak emi.