“Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!”
William Shakespeare’in Hamlet adlı eserinden dilimize pelesenk olan bu söz ölüm ile ölümsüzlüğü anlatan en doğru cümle, ne dersiniz?
Sümerlere ait Gılgamış Destanında ya da biz Türklere ait Oğuz Kağan Destanında yer alan ve efsaneleşen Ejderha’yı öldürme eylemi ile ölümsüzlüğe ilk adım atan kahramanlardan biri olmamız elbette imkânsız lakin her birimiz için olmasa da bazılarımız için geriye dönük eserler bırakarak ölümsüzlüğü yakalama isteği hep var, var da olacak. Bu yüzden biz insanlar yüzyıllardır külliyeler, köprüler, hanlar, imarethaneler, hamamlar, çeşmeler… yapıyor duruyoruz. Anadolu’nun hemen hemen her köşesinde farklı dönemlere yapılmış farklı farklı milletlere ait yapılar ölümsüzlüğün göstergesi değil mi?
Köyde biz birbirimize bir yer tarifi yapacak olduğumuzda mevki ile birlikte örneğin “Cemali’nin Musluğa varmadan..” gibi ifadeler kullanırız. Vefat edeli yıllar olan kişileri de iyilikle yâd etmiş oluruz. Söz konusu musluklar şimdilerde kaderine terk edilmiş olsa da bundan 20-25 yıl kadar öncesinde tüm köylünün gözbebeği idi. Zira o musluklardan insanlar kadar hayvanlar da su içer, dinlenir, yağmurda sığınırdı. İmece kültürünün son örnekleri o musluklara su taşınırdı. Yapılanlar yıkık dökük tıpkı insanlığımız gibi.
Şöyle deriz “ Devlette devamlılık esastır!” aynı şey yaptığımız kamu hizmetine ya da kamu yararı gözetilen işlerde geçerlidir. Bunu şunun için vurguluyorum çokça kullandığımız sürdürülebilirlik, yani bugün yapılan yarında yaşatılıyor mu, yaşaması için gerekli özen gösteriliyor mu, tedbirler alınıyor mu? Yoksa yaptık oldu deyip geöçiştiriyor muyuz? Sorulara yanıt vermeden gelin Cengiz Gürbıyık’a ait OSMANLI İMARETLERİNİN (AŞEVLERİ) TİPOLOJİSİ ÜZERİNE BİR DENEME (Sanat Tarihi Dergisi Cilt/Volume: XXIV, Sayı/Number:1 Nisan/April 2015, 23-51) makalesinden ilk alıntıyı yaparak başlayalım.
“İmaretler (aşevleri), ihtiyaç sahiplerine karşılıksız yemek sunmak amacıyla kurulmuş bir sosyal yardımlaşma müessesesidir…
…Eski Türk gelenek ve göreneklerinin Arap, Müslüman ve Bizans kültürleri ile kaynaşması sonucu oluşmuş özgün bir yapı türü olan imaretler, Anadolu’da Osmanlı öncesi dönemde de karşımıza çıkmaktadır. Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde ticaret yolları üzerinde bulunan han ve kervansaraylar ile şehirlerdeki medreselerde, karşılıksız yemek dağıtılan aşhaneler bulunmaktadır. ”
Sayın Gürbıyık, makalesinde Anadolu’da söz konusu yapıların korunamadığına dikkat çekiyor. Osmanlı döneminde ise fatihlerin ardından yapılan ilk iş imarethaneler açmak olduğunu da sözlerine ekliyor. Bir dönemden sonra külliyeler içinde han, hamam, cami gibi yapılardan ayrı olarak inşa edildiği gerçeğini de belirtiyor. Ve Osmanlı’da bu gelenek için şöyle bir ifade de bulunuyor;
“Kolonizasyon ve yerleşim politikalarının yanında İslamiyet’teki hayır yapma geleneği, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde imaretlerin kurumsallaşmasına vesile olmuştur.”
İmarethaneler yani aşevleri bizim eski bir yardımlaşma, imece, birlik ve beraberlik tesisini sağlayan geleneğimiz. Bu bağlamda internette tarama yapan herkesin ulaşabileceği bazı il/ilçe belediyeleri, dernek ve vakıfların girişimi sayesinde yeniden kurulan aşevleri görünmeyen lakin giderek büyüyen bir soruna hizmet ediyor. Yardım etmek isteyen ile yardıma muhtaç oların buluşturulduğu aşevleri 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu 7 maddesi;
“v) Sağlık merkezleri, hastaneler, gezici sağlık üniteleri ile yetişkinler, yaşlılar, engelliler, kadınlar, gençler ve çocuklara yönelik her türlü sosyal ve kültürel hizmetleri yürütmek, geliştirmek ve bu amaçla sosyal tesisler kurmak, meslek ve beceri kazandırma kursları açmak, işletmek veya işlettirmek, bu hizmetleri yürütürken üniversiteler, yüksek okullar, meslek liseleri, kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapmak.”
Ve ek 5393 sayılı Belediye Kanunun 14. Madde, 15. madde ve 60. Madde’lerine göre;
“ İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafî ve kent bilgi sistemleri;
çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor orta ve yüksek öğrenim öğrenci yurtları, sosyal hizmet ve yardım, nikâh, meslek ve beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar veya yaptırır. Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 100.000’in üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için konukevleri açmak zorundadır. Diğer belediyeler de mali durumları ve hizmet önceliklerini değerlendirerek kadınlar ve çocuklar için konukevleri açabilirler.”
“Dar gelirli, yoksul, muhtaç ve kimsesizler ile engellilere yapılacak sosyal hizmet ve yardımlar.”
il/ilçe belediyeleri aşevi açabilmektedir. Aşevleri havalandırması, ısıtması, mutfak ve yemekhane bölümleri, ... belirtilen şartlara uygun olmak zorunda olup gıda mühendisi, diyetisyen, aşçı, …temizlik ve teknik personel çalıştırılması da zorunludur. Denizli’de PASVAK ( Pamukkale Sağlık Eğitim Vakfı) gibi Türkiye’nin pek çok yerinde aşevi açmaya muktedir vakıflarımız da mevcuttur.
Sayın Güçbıyık’ın makalesine dönecek olursak;
“Düzenli alınması gereken yüklü gıda malzemeleri ve çalışan sayısı ile içerisinde bulunduğu yapı topluluğunun en büyük harcama giderine sahip olan imaretler, vakıf gelirlerindeki herhangi bir düşüşte ilk etkilenen birim olmuştur. Vasfını yitiren yapıların yeniden işlevlendirilmemesi de bu yok oluşu hızlandıran bir başka etkendir.”
1911 yılında ikisi hariç kapatılmış oldukları 1913’de yeniden açma çabasının da olduğu lakin yürütülemediği verilen bilgi arasında.
Yoksulluğun, açlığın, çaresizliğin… kimsesizliğin önüne geçebilecekken, birlik ve beraberliği sağlamak mümkünken, sosyal devlet olma gereğini yerine getirebilecekken … yapmak istemeyen biz insanoğlu için ölümsüzlük değil de zenginden alıp fakire veren Robin Hood misali bir masal kahramanlığı da mümkün. Lakin adil mi, kanuna uygun mu… insani mi? Kısmı tartışmaya açık!
n.aydemir 23 Ekim 2022 Çal-Denizli [email protected]