‘Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak!’
Kızılderili Sözü
Bilim dünyasında Antroposen (insan egemen) bir çağa girdiğimiz konusunda tartışmalar sürerken insanın söz konusu egemenliğinden kaynaklı dünyamızın tehlikeye girdiğini söylemek mümkün. Gelin Luke O’ Neill’in 2019 yılında yazdığı Raskolnikov’dan 2020 baskısı olarak çıkan Humanoloji/İnsan Bilim kitabında(sy: 51) tarım ile ilgili ne demiş ona bakalım;
“Belki bir bitkinin tohumlarını yerine düşürdüğümüzde aynı bitkinin tohumların düştüğü yerde bittiğini gördüğümüzde ilk olarak bunun farkında vardık. Ve işte böylece tarımı keşfettik.
Kimi bilim insanları, tarımın icadı sefaleti ortaya çıkardığı için tarımın keşfini hata olarak görürler… İş biçiminde bir sefalet, diğer bir ifade ile çetin bir fiziksel çatışma… Erken kalkıp ertesi gün tarlada “o adam” için çalışma zorunda olmak biçiminde bir sefalet. Birdenbire ( 10 bin yıl önce) avcı-toplayıcı olmaktan çiftçi olmaya geçtik. Bu, daha büyük topluluklar halinde yaşamak zorunda olmak zorunluluğunu getirdi. İlk köy ve kasabaları inşa ettik…
..Daha çok göze çarpan bir başka hiyerarşi oluştu-varsıllar ( topraklara sahip olduklarından veya tohumlar onların kontrollerinde olduğundan diğerlerinden biraz daha akıllı olmaları mümkün) ile yoksullar…Ekinleri ekip hayvanları yetiştirmeye başlamamızla birlikte, cennet bahçesi yerine, kitlelerin nazarında içerisinde fiilen yaşanılan bir cehennem yaratmış da olabiliriz pekala…”
O’Neill’in sözlerinde hiç de haksız sayılmayacağı aşikâr zira 1850’lerde başlayarak artan sanayileşme iklimde doğal olmayan etki yaratmış, artan nüfus ile birlikte de üretim araçlarının daha fazlası için kullanılması söz konusu olmuştur. Bu şu demektir;
Artan nüfusu beslemek ve barındırmak için daha fazla tahıl, sebze, meyve ve hayvan çiftlikleri alanlarının açılması gerekmiş, …hazır gıdaya erişim için konserve, salça…gibi tarıma sayalı sanayi giderek önem kazanmış, ..orman ve doğal yaşam alanlarının tahrip edilmesi umursanmamış doğal sonuç olarak da ekosistem bozulmuştur. Kurulan her fabrika ile atık su sorunu, filtresiz bacalardan çıkan fosil yakıtların dumanı... gibi çevre kirleticiler sonucu sera gazlarının birikimi ile dünya ısınmaya başlamıştır.
Tarımsal gıdaların yetiştirme aşamasında kullanılan çevre kirletici ve ekosisteme müdahale eden pek çok kimyasalın gerek toprak ile bitki,.. gerekse hayvan ve insan sağlığı tahribatı bir tarafta iken, pek çoğunun raf ömrünün azlığı da dikkate alındığında; toplama, paketleme, nakliye… sorunlarının doğru yöntemlerle çözülememesi gibi ihtiyacı olandan çok alan insanın katma değerli ürünleri dahi israf ettiği, gıdaya ulaşmakta güçlük çekenlerin ise giderek arttığı tehdidi dünyanın nasıl bir çıkmazda olduğumuzu göstermektedir.
İklim değişikliği ile gıda güvenliği arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu da unutamamalıyız. Varsıllar ile yoksulların savaşında kazanan kim olur bilinmez lakin gıda ve su için mücadele edecek olan insanlar adına net bir soru ortaya çıkıyor; İklim değişikliği üzerindeki beşeri etkinin ortadan kaldırılması için;
“insan nüfusunu azaltmalı mıyız? ”.. Covid-19 gibi biyolojik kaynaklı salgınlar ile insan nüfusu kontrol altına alınabilir mi? Bunu da bir başka yazımızda değerlendirmek isterim.
n.aydemir
2 Şubat 2022 [email protected]