19 Mayıs vesilesiyle bildik bir tartışma yine gündeme geldi. 1929 yılından beri süregelen tartışma Atatürk'ü Samsun'a Padişah Vahdettin'in gönderdiği ve kurtuluşun ateşinin saraydan yakıldığı yönünde. O dönemin Osmanlı gazetecisi Mevlanzade Rıfat'ın ortaya attığı bu iddia Murat Bardakçı'nın ŞAHBABA kitabında da dile getirildiği üzere ısrarla tekrar etmektedir. Padişah'ın da saltanatı korumak adına her türlü alternatifi değerlendireceği şüphesiz olmakla beraber 'Kurtuluş'tan ona paye çıkarmaya çalışmak 2000'li yıllarda artık anlamsızdır. Burada kritik edilmesi gereken mesele şudur ki; dönemin hükümetinin Gazi Paşa'yı görevlendirmek suretiyle direnişi örgütlemek için icazet vermiş olması neticesinde zaten psikolojik olarak direnmeye hazır bir toplumu biraraya getirme şansının yakalanmış olması ve topyekün bir mücadelenin 'Meşruiyet' ve 'Etik' sınırlar içinde verilmiş olmasıdır. Gazi, mücadele sürecinin her aşamasında isyankar bir başkaldırı yerine; memleket içinde ve dışında tüm aktörlerle stratejik şekilde iletişimde kalarak sonuca ulaşmıştır.
Gelelim günümüzdeki 'ahval ve şerait' meselesine. Mevcut iktidarın meşru ya da meşru olmayan yollarla yürüttüğü iktidar yürüyüşü ve orada kalma gayretine gerek kişisel tarihim gerekse de bulunduğum davranış düzlemlerinde demokratik rejim içerisinde en iyi muhalefeti CHP'nin yapacağı düşüncesiyle ECEVİT geleneğinin Demokratik Sol anlayışını benimsediğim gençlik yıllarımdan beri DSP sempatizanı olduğum halde, babamın yönlendirmesi ile 1993 yılında CHP üyesi oldum. Gerek öğrenciliğim gerekse de dünyayı anlamlandırma çabam doğrultusunda ve Denizli özelinde her zaman CHP'nin 'Elit' bir grubun nüfuzunda oligarşik bir yapıyla yönetiliyor olmasından dolayı sürekli pasif izleyici olma eğiliminde oldum. O süreçteki özeleştirimi başka bir yazıya saklıyorum. 2014 yılında Ekmelettin İHSANOĞLU adaylığı akabinde marjinal fikirlerimin ağır bastığı bir dönem yaşadım. Fakat demokratik rejim içerisinde en kötü yönetimin bile sol ya da sağ bir dikta rejimine kıyasla tereddütsüz daha yeğ olacağı kanaati ile CHP şemsiyesi altında kalmaya gayret ettim. Kaldı ki o dönemde DSP'nin de İhsanoğlu'na destek veriyor olması, gerici ihtilalin karşısında güçlü durmak adına CHP çatısı altında birlik olma mecburiyeti doğuruyordu. Fakat akabinde aynı yıl kurultay sürecine katılarak Muharrem İNCE'nin Genel Başkan olması için kurultay salonunda çocuklarımla birlikte çalıştığım süreçte anladım ki; siyaset Türkiye'de benim hakim olamadığım dinamikler üstüne kurulmuş. Ve o dönemde CHP Genel Merkezinde iletişimde olduğum kimi arkadaşlarım vasıtasıyla iktidar kadar muhalefetin de "PROJE" olduğuna dair kanaatim oluştuğu için CHP'den istifa ederek DSP çatısı altında aktif siyaset yapmayı tercih ettim. 2015 seçimlerinde Denizli ilinden DSP 2. sıra milletvekili olarak adaylığım onaylandı ve seçim sonrasında il bazında örgütlenme için aktif görev talep ettim.
O günden bugüne pek çok yoğun gündem olsa dahi prensipte büyük değişiklikler olmadı memlekette. Ve en son Muharrem İnce'nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile CHP'nin halk için yapmak istediği her şeyi halkın rızası ile yapması yönünde karar aldığını düşünmeye başlamıştım ki, milletvekili listeleri açıklanınca müsamahanın yerine zorbalıkların aldığına bir kez daha kanaat getirdim. Seçmen elbette yine 'tıpış tıpış' gidecek, kullanacak oyunu. Yine kitleler bir kez daha kredi verecek. Fakat iktidarı merkeze alarak yapılan seçim propagandasında hayal kırıklığı artık 'öğrenilmiş çaresizlik' ötesinde alışkanlık yaratmış olacak gibi görünüyor.
Baskın seçimin bizleri hem meşru hem de etik anlamda zorladığı, DSP'nin hukuksuz şekilde safdışı bırakıldığı bu süreçte; Yargıtay'ın icazeti ortadayken YSK'nın keyfi kriterleri ile hareket ediliyorken, referandumdaki 'mühürsüz oy' kriterleri gibi gayri ahlaki bir durum ortadayken, seçmenlerin hür inisiyatifleri devletin tüm organizmaları tarafından baskı altına alınıyorken, son seçimlerde iktidarın oyundan bile daha fazla seçmen oy kullanmamışken, üstelik OHAL sürecinde yapılacak seçim MEŞRU değildir. Sonucu her ne olursa olsun iktidar tarafından manipüle edilecektir. Bunu hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Anlamsız bir ittifak kanunu ile tamamen iktidarın kuralları belirlediği bir çerçevede muhalefet edilmektedir. Bunun en son örneğini bizzat RTE'nin ağzından çıkmış TAMAM mı DEVAM mı polemiğinde yatmaktadır. Muhalif seçmen kendisine verilen bu sakızı çiğnerken hem keyiflenmiş hem de neşesini alaycı bir mecraya sokacak kadar özgüven kazanmıştır. İşte bu ruh hali 2002'den beri muhalefete fena pahalıya malolmuştur. %65'i sol yaşayan ama sağ partiye oy veren ülkenin seçmeni kamplaşmakta ve bilenmektedir. Bu kamplaşma elbette her zamanki gibi iktidar lehine işlemektedir. RTE'nin belirlediği seçim sürecinde muhalefet te merkeze onu alarak güçlendirmeye devam etmektedir. Muhalif seçmen yaptığı muhalefetle bizzat muhaliflerini güçlendirmektedir. Muharrem İNCE'nin etkili söylemleri kitleler üzerinde olumlu seyrediyorken RTE'yi merkeze alan ve cepheden saldıran hiçbir strateji tutmayacaktır.
Evet; BU DÜZEN DEĞİŞMELİDİR. Ama kimse Cumhuriyet'in fabrika ayarlarına dönmek ve muasır medeniyetler seviyesinde konum belirlemek kısmında, tüm değerleri ve kültür kodları iğdiş edilmiş bir toplumda, ORTADOĞU'da 2019 yılında kopacak fırtına öncesinde heveslenmesin. Gazi Paşa'nın 19 Mayıs'ta çıktığı yolda izlediği "meşru savunma" 100 yıl sonra farklı bir mental ile tekrar gündemdedir. Ülke küçük siyasi stratejiler ve koltuk sevdalarına yem edilmeyecek kadar kritik bir döneme gelmiştir. Oltadaki balığı kıyıya çekerek iştahlı midelerine indirecek avcılar ateşleri yakmışken ayrışmanın anlamı yoktur. Fakat bu kredi tükenmiştir ve CHP artık cepten yemektedir. OHAL altında gidilen seçimden çıkacak başarı da bizzat iktidar tarafından sorgulanarak "BEN OYNAMIYORUM" minvalinde bir sürece kayarsa kimse şaşırmasın.
DSP İL BAŞKANI
Volkan ÇOBANOĞLU