Geçmişte ki Saddam düşmanlığı, Kürtlerle İsrail’i yakınlaştırmıştı. İsrail, Saddam Hüseyin’e karşı Iraklı Kürtleri desteklerken aynı zamanda Kürtlerin bir kısmını İran’a karşı kullanmıştı. Amaç; İran’a karşı tampon bölge oluşturmaktı. İsrail Başbakanı Netanyahu, Iraklı Kürtlerin bağımsızlığına sıcak baktığını, Adalet Bakanı Ayelet Şaked ise bağımsızlığın İsrail’in menfaatine olduğunu söyledi. Kuzey Irak’ın ayrılarak İsrail desteğinde devlet oluşturulması Türkiye ve bölge ülkeleri için riskler taşımaktadır.
Ortadoğu’da harekete geçirilen fay hatlarının ürettiği çatışmalarla, Irak işgali sonrasında etnik-mezhepsel çatışmalar körüklenerek yeni terör örgütleri yaratıldı. Yaratılan örgütlerden bu günlerde DEAŞ’la mücadelede kâğıt üzerinde sonlara yaklaşıldığı söylenirken, dikkatler Irak’ın kuzeyine çevrildi. Bağımsızlık talebinin yanında Kerkük, tarafları teyakkuz durumuna getirdi. Bölge ülkelerinden Türkiye, İran ve Irak karşı çıkmaktadırlar. Türkiye’nin güney sınırında yuvalanan PYD’nin ABD tarafından silahlandırılması ve Irak’ın kuzeyindeki referandum talebi Türkiye’nin güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir.
Ortadoğu’da mezhepsel çatışmalar sonrası şimdi de etnik çatışmalar planı uygulanmaktadır. Bölgeyle ilgili politikamız, tüm devletlerin toprak bütünlüğünün korunması olmalıdır. Irak, Saddam döneminden daha kötü bir duruma düştü. Irak, işgal sonrası üç bölgeye ayrılarak Sünni-Şii dengesi bozuldu. Güney sınırımızda Suriye’nin kuzeyinde ABD güdümünde BTÖ koridoru oluşturulmaya çalışılmış, Irak’ın kuzeyinde de devlet kurma çalışmaları hız kazanmıştır. Bu durum, Türkiye açısından kabul edilemez. Yugoslavya sonrası küçük devletlerin kurulması, uzaktan yönetilebilir, kalkınmaya kapalı, minik sınırları olan devletçiklerin oluşmasına yol açmıştır. Kuzey Irak’ta da benzer girişimler etnik ve mezhepsel riskleri de beraberinde getirecektir.
Barzani, Irak Merkezi Yönetiminden petroldeki yüzde 17’lik devlet payını alamaması, personel maaşlarını ödeyememesi nedeniyle çocukluk hayali olan bağımsızlık düşüncesini gündeme getirmiştir. Esasen Barzani, Irak merkezi hükümeti zayıfken, Irak ordusunun IŞİD’den kaçarak boşalttığı tartışmalı alanlar peşmerge tarafından ele geçirilmişken, bölgede ABD ve İsrail desteği varken, Türkiye Suriye’nin kuzeyine ve iç sorunlarına odaklanmışken ve Suriye’nin kuzeyinde parçalanma olmuşken bağımsızlığı ilan etmek için en uygun zamanın olduğunu değerlendirmektedir. Bağımsızlık kararındaki “ayrılma”nın karşılıklı istek ve anlaşma ile olmaması, bölge ülkelerinden ve uluslararası alandan destek göremeyeceğinden tutunması da zor olacaktır.
Türkiye, Suriye’de yaşananlar sonrası ABD’den uzaklaşarak özellikle Astana süreciyle Rusya ve İran’a yaklaşan politika izlemeye başladı. Bu denkleme Suriye’yi de almak durumundadır. Referandumun 25 Eylül’de yapılacağı aylar öncesi duyurulmuştu. Başta Türkiye olmak üzere, bölge ülkeleri atılacak adımları dünyaya duyurmakta geç kaldılar. Türkiye, 22 Eylül’de MGK ve Bakanlar Kurulunu topluyor, 23 Eylül’de de TBMM’de tezkere için toplanıyor.
Türkiye, referandum kararı ile birlikte ivedi Habur Sınır kapısını ve petrol boru hattını kapatarak ekonomik yönden ablukaya almalıydı. Müteakiben hava yolu ulaşımını askıya alarak ve pasaport ayrıcalığını kaldırarak dışarıyla temasını kesmeliydi. Sonra Irak, İran ve Suriye ile birlikte eş zamanlı olarak sınırlara yığınak yapmalıydı. Bu gelişmeler üzerine Barzani’nin geri adım atması kuvvetle muhtemeldi. Asıl olan savaşmadan caydırıcı tedbirlerle mücadeleyi kazanmaktır. Atatürk’ün ifadesiyle “Harp zaruri olmadıkça cinayettir.” Harbin zaruri hale gelmesini önlemenin yolu da öngörü ve diplomasiden geçer.