Suriye üzerinden bölgesel savaş esnasında küresel güçler kendilerine göre alan kazandılar. Arap ülkelerinin de bölgede ki ağırlıkları ortadan kalktı. Türkiye açısından; birçok sorun çevremizi sarmış olsa da Suriye’nin toprak bütünlüğü tezinden asla vazgeçilmemelidir.
Diğer taraftan PYD’nin terör örgütü olarak kabul edilmeyerek sahada kara gücü olarak kullanılması, NATO birlikteliğinin sınırlarını zorlamaktadır. Türkiye, daha önceden PYD lideri Müslim’i kabul ederken terör örgütü ve lideri olduğu biliniyordu. O halde, ya Salih Müslim ile görüşülmemeliydi, ya da görüşülüyorsa sonrasında Salih Müslim ABD ve Rusya’nın kucağına bırakılmamalıydı. Her iki seçenek te uygulanmadığına göre, tutarlı bir dış politikadan bahsetmek mümkün değildir.
Halen ABD PYD’ye ağır silahlar dâhil silah desteğini sürdürürken “Silahların Türkiye’ye karşı kullanılmasına izin verilmeyeceği” söylemi inandırıcı değildir. Zira PYD’den BTÖ’ye silahlar aktarılmakta ve Türk Güvenlik Kuvvetleri tarafından yapılan operasyonlarda ABD’nin silahları ele geçirilmektedir. Suriye’de oyunlar devam ederken, Emperyalist Devletler Suriye’den sonra gözlerini İran’a çevirdiler.
İran, tarih boyunca Avrasya'daki merkezi konumu nedeniyle, jeostratejik öneme sahip olan bölgesel bir güçtür. İran BM, Bağlantısızlar Hareketi, İslam Konferansı Örgütü ve OPEC üyesidir. İran, uluslararası enerji güvenliği ve dünya ekonomisinde geniş petrol ve doğal gaz kaynakları sonucu önemli bir konuma sahiptir. İran’ın zengin yeraltı kaynaklarına sahip olmasına rağmen, toplumun refah seviyesinin yüksek olduğu söylenemez. İran’ın sürekli düşman yaratarak savunma harcamalarına ayırdığı bütçe nedeniyle, halkının refah seviyesinin düşmesine neden olmuştur.
14 Ocak 1979 tarihinde İran’ın kaderini değiştirenler; demokrasi, özgürlük ve eşitlik diyerek yola çıkmışlardı. Dini siyasete alet ederek toplumun yaşam alanlarını daraltmaya başladılar. Özel Mahkemeler kuruldu. Alkol fabrikaları kapatıldı. Karma eğitimden uzaklaşıldı. Kız ve erkek öğrencilerin birlikte dolaşmaları yasaklandı. Başörtüsü zorunlu hale getirildi. Kızların evlenme yaşı 13’e düşürüldü. Basın tek elde toplandı. Muhalif olanlar değişik iddialarla bertaraf edildi.
Ekonomik sıkıntılar nedeniyle patlak veren gösteriler kısa zamanda rejimi protesto eylemlerine dönüşmüştür. Göstericilerle polis arasında çıkan çatışmalarda en az 27 kişi ölmüş, yüzlerce gösterici de tutuklanmıştır. Toplumsal olayların, Arap nüfusunun yaşadığı Ahvaz’da başlaması ve Suudi Kralı’na selam gönderilmesi Suudi Monarşisinin etkisini göstermektedir. Toplumsal gösteriler rejim tarafından yasadışı kabul edilip, gösterilere katılanlara sert uygulamalar da bulunuldu. Sokaktaki insanların ortak bir hedefi ve ortak bir talebi yoktu. Hatta lider de yoktu. Bu durum rejimi tedirgin etmemişti.
Temmuz 2015’de imzalanan Nükleer Anlaşması’nı Trump kabullenmemişti. Seçim öncesi beyanlarda da bulunmuştu. Anlaşma 13 Ekim 2017’de Trump tarafından parafe edilmemişti. İran rejimi üzerinden Trump, kendi iç kamuoyunda elini kuvvetlendirmek istemektedir. ABD’nin yaklaşımını bu bağlamda değerlendirmekte yarar vardır.
Emperyalistlerin niyetlerinin yanında, İran halkının otoriter, baskıcı, İslamcı rejim altında yaşamını düşünerek değerlendirmek gerekiyor. İran’da meydana gelen toplumsal olaylara ABD’nin ve İsrail’in açıktan destek vermeleri gösteriye katılanları zor durumda bırakmıştır.
İran’daki toplumsal olayları Türkiye olarak aceleci bir şekilde tasvip etmenin veya karşısında olmanın doğru bir hareket tarzı değildir. Emperyalist devletlerin bölgesel heveslerini dikkate almak durumundayız. Rejime duyulan öfkeden yola çıkarak İran’da düzenlenen her eylemi koşulsuz desteklemek de doğru değildir. Ortadoğu’daki gelişmelere özellikle Suriye’deki gelişmelerde tarafsız kalmamanın faturasını ülke olarak ağır ödedik. Bu nedenle, son olarak İran’daki gelişmelere asla taraf olmamalıyız.