Herkese Merhabalar,
Genelde bir gazetede yazmaya başlayınca, yazar kendini tanıtır, kim olduğunu söyler, nasıl yazılar yazacağını anlatır. Bu yazımda bunların üzerinde çok durmayacağım. Aslında yazıların okunması, ses getirmesi, hatta ulusal basında yer alması için sihirli kelimeler, etkili dokunuşlar vardır. Bunları az da olsa biliyorum. Bildiğim halde bunları kullanmayacağım.
Yazılarımda gündemi çok fazla takip etmeyeceğim. Kendimizin bir gündemi olması gerektiğine inanırım. Başkalarının oluşturdukları gündemler ile hareket etmeyi, söz söylemeyi doğru bulmam. Belki de yazdıklarım o günkü gündemle birebir de örtüşebilir. Ancak bunun için özel bir gayret sarf etmeyeceğim.
Eğer yazılarımda devlet sistemi, özellikle sistemin başındaki kişiler hakkında birşeyler söylememi isteyenler olursa bunu ne yazıkki bulamayacaklar. Biri illa eleştirilecekse en başta kendimi suçlu göreceğim, sonrasında da hepimizin olanlardan sorumlu olduğumuzu ifade edeceğim. Hiçbir zaman bir “günah keçisi” aramaya çalışmayacağım.
Bu ülkenin gelişiminin her birimizin gelişiminden geçtiğine inanıyorum. Devletin bize verdiği eğitimin dışında kendimizi eğitmemiz gerektiği konusuna sürekli vurgu yapacağım. Mevcut sistemin içinde olup, sisteme rağmen başarılı olanları sizlerle paylaşmaya öncelik vereceğim. Bu toplumdan aldıklarım, bugüne kadar öğrendiklerim ile daha başarılı nasıl oluruz konusunu aktarmaya çalışacağım. Çünkü dünya bunu yapıyor. Buna ister kişisel gelişim, ister kurumsal gelişim deyin, isterseniz Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi öğretisi deyin. Ama bunları unuttuğumuz kesin… Bunları hatırlatmaya çalışacağım. Belki Bilge Kağan’ın kaybolur diye taşlara yazdırdığı gibi “Titrer ve kendimize döneriz, Çünkü bunlar hep kendi benliğimizden ayrıldığımız için oldu”
HAYKIRAN SESSİZLİK
Etrafımıza dikkatlice baktığımızda sessiz gibi görünen çok şeyin bize birşeyler haykırıp durduklarını fark edebiliriz. Fırtınadan önceki sessizlik, depremden önceki sessiz, sıkıntılı hava gibi...
Aslında gürültüyle o kadar içli dışlı yaşarız ki; çoğu kez biz sessizliğin sesini duyamayız. Mesajları hep gürültüden bekleriz. Bir problemi hep kavganın çözmesini bekleriz. Bekleriz ve bunun bir sonuç veremediğini de anlayamayız.
Oysa erdemli olma yarışını hep sessizler kazanmıştır. Hep onlar dünya üzerinde kalıcı işler başarmışlardır. Yani bizim sessizlerden alacağımız daha çok dersimiz vardır.
Ben de bugüne kadar hep yazılarımda, en yakınımızda duran bize yol göstermeye çalışan sessizlere kulak vermeye çalıştım. Onlardan duyduklarımı paylaşmaya çalıştım. Bundan sonra da bu köşede paylaşmaya çalışacağım. Hani derler ya: “Gökteki yıldızlara bakmaktan, ayağımızın dibindeki çiçekleri göremedik.”
Bu arada “sessizlik” demek “susmak” demek değildir. Belki de anlatmak istediklerini hal ile anlatmaya çalışmak ama kimseyi zorlamadan, kırmadan, severek ve sevdirerek insanlığa ışık tutmak demektir.
SESSİZLERİN SÖZCÜSÜ “KARDELEN”
Çok severim kardelenleri. Çünkü O kara kıştan sonra baharın ilk habercisidir. Hem öyle bir haberci ki, o haber verdikten sonra hiç kimse kara kışın, bir anlamda da kötülüklerin sona ermesini engelleyemez.
Kardelenin hiç kimseyle kavgası yoktur. O sadece kendi güzelliğini gösterme gayretindedir. O tüm güzelliğini bütün bir kainata haykırmak istemektedir. Bunu yaparken de hiç bir şeye çirkinlik katmaz; hiç bir şeyin çirkinliğini ortaya çıkarmak için uğraşmaz. Dedim ya, sadece kendi temizlik ve sadeliği ile ortaya çıkar.
Kardelen, o kara kışta uzun süren soğuk, ızdıraplı ve sessiz günlerden ve ölüm uykusundan sonra kimsenin ona önder olmasını beklemez, “önce laleler şöyle bir boy göstersin de ben sonra ortaya çıkarım” demez. “Önce papatyalar güller etrafı kolaçan etsinler, nasıl olsa ortam müsait hale gelir sonra da ben kendi güzelliğimi insanlara anlatırım” demez. “Şimdi ortaya çıkarsam kara kış beni yaşatmaz, kaybolur giderim o yüzden her şey müsait olunca bütün çiçekler ve kuşlar güçlenince herkesin arasında ben de güzel şeyler mırıldanırım” da demez.
Kardelen öyle bir ortaya çıkar ki dostlarını sevindirmenin yanında düşmanlarına bile ayrı bir güzellik katar. O kara kıştan sonra o soğuk kar ile öyle bir el ele verir ki sanki o kışın karalığı gider sadece karın beyazlığı ve temizliği kalır. Dedim ya kardelen bir yerde birilerine müjde verirken diğerlerini kırmaz, küstürmez aksine onlara bile son anlarında güzel şeyler yaşatır ve onlara da insanlığı sevdirir.
Kardelen kimseden iltifat beklemez, ve onu hatırlamayanlara da küsmez. Çünkü hep güllere, bülbüllere, lalelere ve daha nice çiçek ve kuşlara bahar için destanlar yazılır da bir kere olsun kardelen hatıra gelmez. Ancak O bunları çok önemsemez. Vazifesini yapar ve diğer baharı bekler;
Unutulsa bile!
Herkes gülüp eğlenirken onun adından hiç bahsedilmese bile!
Kardelen bir şeylerin ilkidir, öz yüreklidir, cesurdur, lider ruhludur, barışseverdir, mütevazidir, ve her şeyden önemlisi davası için yaşar ve vazifesini yapar hem de kimseyi kırmadan, dökmeden, ağlatmadan, severek ve sevdirerek.
15.12.2017
Dostlukla