Bir önceki yazımın devamı
Eğer bir kişiyi sevme hesabında başlangıç noktamız sıfır ise; bize yapılan her iyilik artı puan olarak yazılır ve sevme için bir sebep sayılır. Bize yapılan her kötülük ya da kişinin bize göre kötü olan bir özelliği eksi puan olarak yazılır ve sevmemeye sebep sayılır.
Eğer başlangıcımız sıfır ise; iyi tanımadığımız birisi hakkında bize olumsuz anlatılan her şey, bizi onu sevmeme kararına götürür. “Onu sevecek hiçbir sebebimiz yok” deyip, her yerde onun hakkında rahatlıkla “Onu bit’im kadar sevmem” diyebiliriz. Hatta kişi bu matematik hesaba göre sıfırın altına düşer, bir daha da yükselemez.
Bu bakış açısına sahip kişiler, sevmek için 50 sınırını beklerler. Yanındaki kişiler hep olumlu işler yapsalar, hiçbir olumsuz iş yapmasalar dahi onları sevilmeye layık bulamazlar. Etrafındaki kişiler hakkında hep güvensizlik içindedirler. İnsanların her an onlara kötülük yapacaklarına inanırlar. Çünkü 50 puanı toplamak çok zordur. Hani derler ya “O kadar iyilik yaptım, bir yanlışım oldu beni sildi attı”. Aslında onlar baştan silinmişlerdir. İyilikleri onları biraz yükseltmiş ama sevilmeye layık yapmamıştır.
Günümüzde çoğumuzun içinde bulunduğu durum ne yazıkki budur. Ama asırlar öncesinden çok sevdiğimizi iddia ettiğimiz Yunus Emre doğrusunu şöyle haykırır durur. Der ki:
“Yaratılanı severiz, Yaradan’dan ötürü”…
Yunus’a göre tüm yaratılanların ilk puanı 100’dür. Yani, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli gibi sevme kahramanlarının başlangıç noktası 100’dür. Bir kişiyi hiç tanımasalar bile sevmemeleri için bir sebepleri yoktur ve çok kolaylıkla severler.
Eğer başlangıç noktamız 100 ise, bize yapılan her kötülük, ya da kişinin kötü özelliği eksi puan olarak yazılır. Ancak birkaç eksi puan o kişinin sevilmemesine sebep olmaz. Çünkü sevilmemek için sınır 50’dir. Yapılan kötü işler o kadar çok olup bu puan 50’nin altına inerse, kişinin sevilmemesine sebep olabilir.
Eğer başlangıcımız yüz ise iyi tanımadığımız birisi hakkında bize olumsuz anlatılan her şey, onu sevmeme kararına götüremez. Çünkü başlangıçta onu seviyor ve ona güveniyoruz. Belki olumsuzluklara şüpheyle bakarız. Hatta kötülükler kesin bile olsa, bizim için onu sevmemeye sebep olmaz. Onu hatasıyla bile severiz. Çünkü puanı hala 50’nin üstündedir. Bir insanın 50’nin altına düşecek kadar kötülük yapması da hiç kolay değildir. Hele bu kişi iş arkadaşınız, hemşehriniz, meslektaşınız, dindaşınız, vatandaşınız ise her zaman eksilerini yok edecek artıları bulunur. Hele bu kişi şehri, ülkesi için vakit harcıyor ve emek sarf ediyorsa, hiçbir zaman puanı 50’ye bile yaklaşamaz. Hele bir de kurtuluş savaşı gibi bir ortamı düşünün, şimdi birbirine olmadık sözleri söyleyenler bile o kurşunların başlarını sıyırıp geçtiği cephede nasıl kardeş olurlar.
Bizi birbirimize düşman etmek, bugünlerin moda tabiri ile ötekileştirmek için yaptıkları aslında çok basit:
“Bizi “tarafsızlık” hoş kelimesi altında, sıfır noktasında tutmak ve hepimiz hakkında olumsuz haberler yaymak. Biz de ne yazıkki bu oyuna gelip birbirimizi sevmemenin “haklı sebeplerini” konuşup duruyoruz.
Bunun panzehiri de çok basit:
Durduğumuz noktayı kendimiz seçeceğiz ve Yunus Emre gibi “Yaratılanı severiz, Yaradan’dan ötürü”… diyerek herkesi sevmeyi tercih edeceğiz. Başlangıç noktamız 100 olacak. Birileri tanımadığımız birini kötü ilan etse bile, belki 3-5 puanı düşecek ve onu düşmanımız ilan etmeyeceğiz.
İşte o zaman ben şunu sevmiyorum derken biraz durup düşüneceğiz, ancak çok rahatlıkla ben şunu seviyorum diyebileceğiz.
Yazımın başında da belirttiğim gibi değerlendirme hiç alınmayacaklar bunun dışındadır.
Tercih yine bizim…
Dostlukla
19.01.2018