2016 yılı enflasyonu hedeflenenin üstünde gerçekleşmişken, Dolar ve Euro 4 Liraya yaklaşırken, güvenlik sorunları makroekonomik baskıları artırarak bankalar için negatif etki yaratmışken, enerjimizi “Başkanlık Sistemi” tartışmalarında harcıyoruz. Bankalardaki döviz hesapları ve Merkez Bankası’nın altın varlıkları azalırken, özel şirketler işçi çıkarırken, yurt dışından sermaye girişi durma noktasına gelmişken, dikkatlerimizi “Başkanlık Sevdası ”na odaklıyoruz.
Özel sektör, bankalara olan döviz borcunu ödemekte sıkıntıya girerse, doğal olarak da bankalar sıkıntıya girecektir. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2016 yılı “Yolsuzluk Algı Endeksi ”nde, Türkiye 9 basamak geriledi ve 176 ülke arasında 75’nci sıraya indi. Yolsuzluk algısının en düşük olduğu ülkeler Danimarka, Yeni Zelanda ve Finlandiya. Son üç sırasında ise Kuzey Kore, Güney Sudan ve Somali yer alıyor. Kamu yönetiminin şeffaf olduğu, demokrasisi gelişmiş ülkelerde yolsuzluklar daha az, kapalı rejimlerde daha çok. Ülkemiz ise ne doğru dürüst bir demokrasi ne de tam kapalı bir rejim olduğu için ortalarda. Hal böyleyken toplum olarak “Başkanlık Sistemi” ile meşgul oluyoruz.
Meclisteki Anayasa değişikliği tartışmalarını maalesef 21’nci yüzyılın çağdaş, uygar, hoşgörü, adil ve eşitlik değerlerine aykırı manzarayı hep birlikte izledik. Mayıs 1987’de yapılan anayasa değişiklikleri sırasında Anayasa’nın 175’nci maddesine “Gizli oy” hükmü konuldu. Anayasa değişiklikleri için gizli oylama hükmü, iç tüzükte de vardır. (mad.94). Mevzuat böyleyken bazı milletvekilleri kullandıkları oyu, diğer beraber hareket ettiği partiliye göstermek durumunda kaldılar. “Hayır, oyu” pullarını kontrolör olarak görevlendirilen vekile teslim ederek ”Evet, oyu” kullandığını ispatlamak durumunda kaldılar. Oylamanın gizli yapılması Anayasa’nın emri olduğu halde bir üst hukuk kuralı yok sayılmıştır. Esasen sorun, bu tür davranışlara yönelen vekilin belirlenme ve seçilme sisteminden kaynaklanmaktadır. Gelişmiş ülke olmanın göstergesi bireysel irade ve bireysel özgürlük kültürünü geliştirmemizden geçmektedir.
16 Nisan da yapılacak referandum öncesinde, özellikle medyanın adil olmayan şekilde kullanılmasına ve devlet imkânlarının sonuna kadar kullanılmasına tanıklık edeceğiz. Hatta toplumu daha da kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı söylemlerin de kullanılacağına tanıklık edeceğiz. Tartışmalar devam ederken toplumun sorunları katlanarak artacaktır. Artan sorunların nedeni Parlamenter Sistemden mi kaynaklanmaktadır? Başkanlık Sistemi ile tüm sorunlar çözülecek midir? Egemenliğin millete ait olduğuna inanan Atatürk, hiçbir zaman Başkanlık Sistemini düşünmemiştir. Egemenliğin millette olduğu sistem; hükümetin meclis içerisinden çıktığı ve hükümetin meclise karşı sorumlu olduğu “Parlamenter Sistem’dir.
Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinden 6’sını Cumhurbaşkanı doğrudan seçecek.
Geri kalan 7 üye, Meclis’ten seçilecek yani iktidar partisi tarafından seçilecek. Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini Cumhurbaşkanı atayacak. Kalan üç üye, yine Meclis’teki iktidar çoğunluğu tarafından seçilecek. Danıştay’ın 90’a düşecek üyelerinin 23’ünü yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı seçecek. Geri kalan üyeleri de Cumhurbaşkanı’nın kontrolündeki HSK seçecek. Yargıtay Başsavcısını ve Başsavcı Vekilini, Cumhurbaşkanı seçecek. Yargıtay üyelerini de Cumhurbaşkanı’nın kontrolündeki HSK belirleyecek.
Saadet Partisi Eski Genel Başkanı Kamalak; "Modern yönetimlerde ülkelerin güç kuvvetleri üç grupta toplanıyor. Yasama, yürütme ve yargı. Yargı tabii ki her bir ülkenin adaleti sağlamada temelini oluşturur. Adalet mülkün temelidir. Adalet olmazsa devlet olmaz, yıkılır. Adaletten ayrılan devlet, organize olmuş en büyük çete durumuna düşer.” Diyerek siyasi iktidara ve topluma endişelerini iletmektedir.
2010 Anayasa referandumunda “HSYK’nın yapısı değiştirilerek yargı vesayetinin kalkacağı” söylendi. Referandum sonrası HSYK, Yargıtay ve tüm kritik mahkemeler FETÖ’cülerin eline geçti. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra “Tek başına iktidar olmazsak, terör artar, ekonomi batar, kaos olur” denildi. 15 Temmuz günü darbe girişimi oldu, terör arttı, ekonomi dibe vurdu.
Şimdi de Numan Kurtulmuş’un, “Referandumda büyük oranda Evet çıktıktan sonra terör örgütlerinin sesi kesilir” demektedir. Yine 2010 ve 2015 söylemlerine benzer algı yaratılmaya çalışılmaktadır. Ümit Özdağ; “Oysa terör tarihi, otoriter başkanlık rejimlerinin radikal muhalefet zeminini körüklediğini ve terörü canlandırdığını göstermektedir. Eğer başkanlık rejimi kurulur ise toplumsal kutuplaşma ve yabancılaşma artacak, terörün yükselmesinin zemini oluşacaktır.” Şeklinde cevabını vermektedir.
Artık, “Hep kandırıldığını” söyleyenler, inandırıcılığını kaybetmiştir. Referandumdan “Hayır” çıkması halinde, “Bahçeli bizi kandırdı” diyecekler. Yakın zamanda ki tüm yaşananlar hafızalarımızda. Bize düşen görev; Atatürk’ün kurduğu Parlamenter Sistem olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek” olacaktır.